Asâ-yı Mûsa - page 439

İşte üstad, böyle ilmî bir yolu, yani kur’ân-ı kerîm’in
nurlu yolunu takip ettiği için, binlerle üniversitelinin ima-
nını kurtarmak şerefine mazhar olmuştur. Hazretin bu
hususta haiz olduğu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok
meziyetleri vardır. Fakat onları, eserlerinden misaller ge-
tirerek, inşaallah, müstakil bir eserde arz etmek emelin-
deyim. Ve minallâhi’ tevfik.
T
AsAVVUF
C
EPHEsİ
nakşibendî meşayihinden, her harekâtını peygam-
ber-i zîşan efendimiz Hazretlerinin harekâtına tatbik et-
meye çalışan ve büyük bir âlim olan bir zata sordum:
“efendi Hazretleri, ulema ile mutasavvıfe arasındaki
gerginliğin sebebi nedir?”
“Ulema, resul-i ekrem efendimizin ilmine, mutasav-
vıflar da ameline vâris olmuşlar. İşte bu sebepten dolayıdır
ki, Fahr-i Cihan efendimizin hem ilmine ve hem ameline
vâris olan bir zata ‘zülcenaheyn,’ yani ‘iki kanatlı’
deniliyor. Binaenaleyh, tarikatten maksat, ruhsatlarla de-
ğil, azimetlerle amel edip ahlâk-ı peygamberî ile
ahlâklanarak bütün manevî hastalıklardan temizlenip
Cenab-ı Hakkın rızasında fânî olmaktır. İşte bu ulvî dere-
ceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki ehl-i hakikattirler. Yani,
tarikatten maksut ve matlûp olan gàyeye ermişler demek-
tir. Fakat, bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama
müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz matlûp olan he-
defe kolaylıkla erebilmek için muayyen kaideler
vazeylemişlerdir. Hülâsa, tarikat, şeriat dairesinin içinde
AsA-yı MûsA | 439 |
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
has olan.
maksut:
kasıt edilmiş, kasıt edilen.
malûm:
bilinen, belli, belirsiz ol-
mayan.
mantık:
doğru düşünme, akla uy-
gun söz söyleme, hüküm verme
usul, esas ve kurallarından bahse-
den ilim.
matlûp:
talep edilen, istenilen,
aranılan şey.
mertebe:
derece, basamak.
muayyen:
tayin edilmiş, belli, be-
lirli.
mukaddeme:
başta ve asıl mak-
sada girmeden önce söylenen ve-
ya yazılan şey, ilk söz, önsöz, baş-
langıç, giriş, dibace, medhal.
müddet:
vakit, zaman, süre, bir
şeyin devam ettiği zaman parçası.
mütefekkir:
tefekkür eden, düşü-
nen, her şeyi hikmetince, ibret al-
mak ve kavramak üzere düşünen,
düşünür.
müyesser:
kolay olan, kolay ge-
len, kolaylıkla yapılan.
peygamber:
Allah’ın elçisi, Allah
tarafından haber getirerek İlâhî
emir ve yasakları insanlara tebliğ
eden elçi, haberci, nebî, resul.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnutluk,
memnunluk.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
sistem:
bir sonuç elde etmeye ya-
rayan yöntemler düzeni.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
takip:
bir yol tutup gitme.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu, seyir
ü sülûk sırasında tutulan yol.
tefekkür:
yaratılan eserlere bakıp,
onlardaki sanatları, hikmetleri ve
gayeleri görerek yaratıcıyı hatırla-
ma, eserlerinden yola çıkarak Al-
lah’ı hatırlama.
ulûhiyet:
Allah’ın zat ve sıfatların-
dan söz eden bölüm, ilâhiyat.
ulvî:
yüksek, yüce.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
vazeyleme:
koyma, yerleştirme,
meydana getirme.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
bilumum:
bütün, tamamı,
hep, genel olarak.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cephe:
yön, taraf.
dava:
takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
delil:
kanıt.
derece:
mertebe, kademe.
ehl-i hakikat:
doğru ve hak
yolunda olanlar.
fânî:
geçiçi, ölümlü.
felsefe:
hikmet bilgisi.
fikrî:
fikir cinsinden, fikirle alâ-
kalı, fikre ait.
gaye:
maksat, meram, hedef.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, hayalî olma-
yan, görülen, mevcut olan, bir
şeyin aslı ve esası.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma, o iş için
gayret gösterme, çabalama.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, te-
mel kısmı.
ilân:
meydana çıkarma, belli
etme, yayma, duyurma, bildir-
me.
ilim:
okuyarak öğrenilen bilgi.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğ-
ruyu delillerle gösterme.
kaide:
usul, kural, erkân, ni-
zam, düzen, yol.
mahsus:
başkasında bulun-
mayan, bir şeye veya kişiye
1...,429,430,431,432,433,434,435,436,437,438 440,441,442,443,444,445,446,447,448,449,...570
Powered by FlippingBook