Asâ-yı Mûsa - page 429

kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitle-
ri, erhamürrâhimîn olan Allah-ı zülkerîm teâlâ ve te-
kaddes Hazretleri bırakır mı? o fedaî kulunu lütuf ve ke-
reminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek şa-
nına –hâşâ– yakışır mı?
İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellinin en parlak
misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. dünya-
nın bütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı.
Bir yuva kurmak ve orada mes’ut bir aile hayatı geçir-
mek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat,
Cenab-ı Hak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fânî ka-
lemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhte-
şemdir.
Bugün dünyada hangi bir aile reisi, manen Bediüzza-
man Hazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir baba, mil-
yonlarla evlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar!..
Ve hangi bir üstat bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?
Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillahi teâlâ, dünyalar dur-
dukça duracak ve nurdan bir sel hâlinde ebediyetlere ka-
dar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dava, kur’ân-ı ke-
rîm’in nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi,
kur’ân’dan doğmuş ve kur’ân’la beraber yaşayacaktır.
Ş
EFKAT
VE
M
ERHAMETİ
Büyük üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğunda bul-
muştu. kalbinin feryadını ve ruhunun münacatını dinle-
mek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadet ve
AsA-yı MûsA | 429 |
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
lunma.
mahrum:
istediğini, dilediğini elde
edemeyen, bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek, korumak, esirgemek.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, bahtiyar,
kutlu.
meşru:
şeriata uygun, şer’an caiz.
misal:
benzer, örnek.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mücahit:
mücahede eden, nefsine
karşı savaşan.
mücerret:
tecrit edilmiş, yalnız,
tek.
münacat:
Allah’a dua etme, yal-
varma, Onun manevî huzurunda
tazarru ve niyazda bulunma.
müstesna:
istisna olan, başkasına
benzemeyen, benzeri olmayan,
seçkin, mümtaz, fevkalâde.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rabıta:
bağlılık.
razı:
rıza gösteren, kabul eden,
hoşnut olan.
reis:
başkan.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
ruhî:
ruha ait, ruhla ilgili.
sevda:
bir şeye karşı duyulan şid-
detli arzu, aşırı iştiyak.
şan:
yüksek makam, rütbe.
Şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met.
talebe:
öğrenci.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içine
alacak şekilde anlatma.
teâlâ:
en yüksek, en yüce olan.
tebellür:
açığa, meydana çıkma,
belirme.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
tekaddes:
yücelmiş, kutsanmış
olan.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vakit:
zaman.
Allah-ı Zülkerîm:
sonsuz ik-
ram sahibi olan Allah.
biiznillahi teâlâ:
her şeyden
yüce ve yüksek olan Allah’ın
izniyle.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
derya:
deniz, bahr.
ebediyet:
sonsuzluk.
Erhamürrâhimîn:
.
evlât:
veletler, çocuklar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fedaî:
canını esirgemeyen,
mühim bir maksat uğruna ca-
nını vermeye hazır bulunan.
feragat:
hakkından isteyerek
vazgeçme.
feryat:
haykırma, çığlık.
fırsat:
bir iş için en uygun za-
man ve hâl.
hak:
bir kimseye ait olan şey,
alacak; iş, emek, zahmet karşı-
lığı, pay.
hakikat:
gerçek, esas.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiç bir va-
kit.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
kerem:
lütuf, ihsan, bağış.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk,
Allah’a nazaran insan; insan,
abd.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indirilen
en son İlâhî kitap.
lütuf:
ikram ve yardımda bu-
1...,419,420,421,422,423,424,425,426,427,428 430,431,432,433,434,435,436,437,438,439,...570
Powered by FlippingBook