Asâ-yı Mûsa - page 422

Bediüzzaman said nursî ve bütün risale-i nur eserle-
rinin beraati kararı resmen ilân edildi. Ve artık, ruhun
maddeye, hakkın batıla, nurun zulmete, imanın küfre
her zaman galebe çalacağı, ezelden ebede değişmeyecek
olan İlâhî kanunların başında gelen bir hakikat olduğu
güneşler gibi belirdi.
Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahi-
yet ve hakikatini, sadâkat ve samimiyetini gösteren en
gerçek miyar, davasını ilâna başladığı ilk günlerle, mu-
zaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve
ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.
Meselâ, o adam ilk günlerde mütevazi, âlicenap, fera-
gat ve mahviyetkâr, hülâsa, bütün ahlâk ve fazilet bakı-
mından cidden örnek olan gayet temiz ve son derecede
mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım, cihadında muzaffer olup
hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra, yine
o eski temiz ve örnek hâlinde kalabilmiş mi? Yoksa, za-
fer neşesiyle birçok büyük sanılan kimseler gibi yere gö-
ğe sığmaz mı olmuş?
İşte, büyük küçük herhangi bir dava ve gaye sahibinin
mahiyet ve hakikatini, şahsiyet ve hüviyetini en hakikî
çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur. tarih
boyunca, bu müthiş imtihanı kazanmanın şaheser misa-
lini, evvelâ peygamberler ve bilhassa sultanü’l-enbiya
sallâllâhü Aleyhi Vesellem efendimiz, sonra onun halife
ve sahabeleri ve daha sonra onların nurlu yolunda yürü-
yen büyük zatlar vermişlerdir.
• • •
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
âlicenap:
cömert, şerefli, haysiyet-
li.
batıl:
boş ve manasız olan, gerçe-
ğe uymayan.
beraat:
temize çıkmak, suçsuz bu-
lunmak.
berrak:
nurlu, pek parlak, duru,
açık.
bilhassa:
özellikle.
cidden:
şaka olmayarak, gerçek-
ten, ciddî olarak.
cihad:
savaş, harp.
çehre:
görünüş.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
emel:
şiddetli arzu, hırs.
evvelâ:
birinci olarak, ilk once.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibariyle olan yüksek derece.
feragat:
hakkından isteyerek vaz-
geçme.
ferdî:
fertle ilgisi olan.
galebe:
galip gelme, yenme, üs-
tünlük.
gaye:
maksat, hedef.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
halife:
Hz. Muhammed’in vekili
olarak Müslümanların yöneticisi
olan kimse.
his:
duygu.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
hüviyet:
benlik, kimlik.
içtimaî:
topluluğa ait, toplulukla il-
gili.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
ilân:
yayma, duyurma.
iman:
inanma, itikat.
imtihan:
Allah’ın sıkıntı, hastalık,
fakirlik gibi çeşitli şekillerde kulla-
rını denemesi.
ıslahat:
düzeltmeler, iyileştirme-
ler, yoluna koymalar, daha iyi hâle
getirmek için yapılan işler.
kanun:
yasa.
küfür:
putperestlik, imansızlık,
dinsizlik.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası.
mahviyetkâr:
tevazulu, alçak
gönüllü, pek mütevazi, kendi-
ni hesaba katmayan.
Meselâ:
örneğin.
misal:
benzer, örnek.
miyar:
ölçü.
muzaffer:
üstün gelmiş, üs-
tünlük elde etmiş, zafer ka-
zanmış.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
mütevazi:
birbirine muvazi
olan, eşit aralıklarla uzayıp gi-
den, birleşmeyen, paralel.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
resmen:
resmî olarak, resmî
şekilde, devlet adına, devlet
tarafından.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruhî:
ruha ait, ruhla ilgili.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
samimiyet:
içten ve kalpten
olan sevgi ve bağlılık.
sultanü’l-Enbiya:
peygamber-
lerin sultanı, en büyüğü olan
Hz. Muhabbed (asm).
şaheser:
değeri üstün olan,
üstün vasıflı.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişi-
lik.
Tarih:
devir, zaman.
uzvî:
uzva ait, uzuvla ilgili.
zafer:
muvaffak olma, maksa-
da erme, başarma, başarı.
zuhur:
görünme, meydana
çıkmaâlem.
zulmet:
karanlıkarz.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 422 | AsA-yı MûsA
1...,412,413,414,415,416,417,418,419,420,421 423,424,425,426,427,428,429,430,431,432,...570
Powered by FlippingBook