sadece bir ülkeye değil, bütün insanlık âlemine ter temiz
örnekler vermekte devam eden nur talebelerine aittir.
Bir kitabın mukaddemesini, o kitabın hülâsası diye ta-
rif ederler. Hâlbuki, her mevzuu müstakil bir esere sığ-
mayacak kadar derin ve geniş olan bu muazzam kitabın
muhteviyatını böyle birkaç sahifelik mukaddemeye sığ-
dırmak kabil midir?
Bugüne kadar âcizâne yazdığım manzum ve mensur
yazılarımın hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde
kalmamıştım. Binaenaleyh, bu eseri derin bir zevk, İlâhî
bir neşe ve coşkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hay-
ranlıkla görecekler ki, Bediüzzaman, çocukluğundan be-
ri müstesna bir şekilde yetişen ve bütün ömrü boyunca
İlâhî tecellilere mazhar olan bam başka bir âlim ve müm-
taz bir şahsiyettir.
Ben, bu büyük zatı, eserlerini ve talebelerini inceden
inceye tetkik edip de o nur âleminde hissen, fikren ve ru-
hen yaşadıktan sonra, büyük ve eski bir Arab şairinin bir
beyti ile çok derin bir hakikati ifade ettiğini öğrendim:
“Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakka
zor gelmez.”
• • •
gayesinin ulviyetinden, davasının ihtişamından ve
imanının azametinden feyiz ve ilham alan bu kutbun ca-
zibesine takılanların adedi günden güne çoğalmaktadır.
âcizâne:
güç yetirmez şekilde,
güçsüzce.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlem:
dünya, cihan.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
azamet:
büyüklük, ululuk, yücelik.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı.
cazibe:
cezp edicilik, çekicilik.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
eser:
bir kimsenin meydana getir-
diği, ortaya koyduğu mahsul.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zihnen.
Gaye:
maksat, hedef.
hakikat:
gerçek, esas.
hayran:
şaşakalmış, şaşkın, şaşı-
ran, hayrette kalan.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
hissen:
his itibariyle, hissî olarak,
duygulanarak, hislenerek.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
ifade:
anlatım, deyiş.
ihtişam:
muhteşemlik, şanlı görü-
nüş, büyük gösteriş.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
iman:
inanma, itikat.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
manzum:
ölçülü, sıralı, düzen-
lenmiş, vezinli.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
mensur:
manzum olmayan
nesir hâlindeki yazı.
mevzu:
ele alınan, üzerinde
durulan husus, bahis, konu.
muazzam:
çok büyük, ulu, yü-
ce.
muhteviyat:
içindekiler.
mukaddeme:
başlangıç.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
müstakil:
başlı başına, kendi
başına, kendi kendine, ayrıca.
müstesna:
istisna olan, başka-
sına benzemeyen, benzeri ol-
mayan, seçkin, mümtaz, fev-
kalâde.
neşe:
keyif, sevinç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruhen:
ruh bakımından, ruh
yönünden, ruh olarak.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişi-
lik.
talebe:
öğrenci.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
ceden inceye yoklama, incele-
me.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yük-
seklik, ululuk.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zevk:
lezzet, haz.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 420 | AsA-yı MûsA