edilirler. demek ki, şimdi en esaslı vazifemiz, bataklıktan
kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıda-
sız kalmış kalplerin yardımına koşmak, kendimizden baş-
layarak nurun dellâllığını yapmaktır. Bilhassa ve bilhas-
sa şûrası çok ehemmiyetli ve pek mühimdir ki, en başta
ve en evvel risale-i nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı
olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki kur’ân
ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek; ve bu
esas ve şartlarla, o harika eser külliyatını bir an evvel ik-
mal etmektir. İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç
ve herkes, bire yüz bin kuvvetinde, kendine, vatan ve
milletine faydalı olur; vatan, millet, gençlik ve âlem-i İs-
lâm çapında hizmet edebilecek bir vaziyete gelebilir. Bu-
nun için, başta Hazret-i üstadımız Bediüzzaman ve onun
hakikî ve ihlâslı talebeleri olmaya lâyık sizlerden dua is-
tirham ediyoruz ki, risale-i nur’un mecmualarını bir an
evvel temin edelim, arayalım, bulalım; dikkat, tefekkür
ve ihlâsla okuyalım; kur’ân ve iman hizmetinde bu vazi-
yette koşalım. risale-i nur’un bu asırdaki makbuliyetine
işaret eden deliller fazlasıyla mevcut olduğuna göre, in-
saf sahibi her mü’min kardeşimiz, onun tabiî bir yardım-
cısıdır.
Hem madem, risale-i nur bu asra has hususiyetler ta-
şıyor; hem madem, binlerce âlimlerin takdirleriyle karşı-
lanıyor. Hem madem, kur’ân’ın dellâllığını yapan
kahraman üstat, eşine rastlanmayacak bir mükemmeli-
yetle, dürüst adımlarla, hakikî prensiplerle, bütün hayatı-
nı iman ve İslâmiyete vakfetmiş, dünyevî hiçbir menfaat
AsA-yı MûsA | 413 |
i
Manî ve
G
üzel
M
ektuplaR
külliyat:
bir yazarın basılmış eser-
lerinin tamamı.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mecmua:
toplanıp biriktirilmiş,
tertip ve tanzim edilmiş şeylerin
hepsi, koleksiyon.
menfaat:
fayda, kâr, gelir, ihtiyaç
karşılığı olan şey.
mevcut:
var olan, bulunan, olan.
millet:
bir yerde bulunan kimsele-
rin bütünü, herkes.
muazzam:
ulu, muhteşem.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükemmeliyet:
mükemmellik,
kusursuzluk, eksiksizlik.
mü’min:
iman eden, inanan.
nail:
yetişen, ulaşan, ele geçiren.
nimet-i uzma:
en büyük nimet,
en büyük ihsan, lütuf.
prensip:
temel fikir, temel bilgi,
esas, ilke.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
tabiî:
yapmacıksız, samimî.
takdir:
beğenme, beğendiğini be-
lirtme.
talebe:
öğrenciler, tahsil görenler.
teçhiz:
cihazlama, lüzumlu şeyleri
tamamlama, donatma, hazırlama.
tefekkür:
yaratılan eserlere bakıp,
onlardaki sanatları, hikmetleri ve
gayeleri görerek yaratıcıyı hatırla-
ma, eserlerinden yola çıkarak Al-
lah’ı hatırlama.
tefekkür:
yaratılan eserlere bakıp,
onlardaki sanatları, hikmetleri ve
gayeleri görerek yaratıcıyı hatırla-
ma, eserlerinden yola çıkarak Al-
lah’ı hatırlama.
temin:
elde etme.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse.
vakıf:
bu şekilde tahsis edilen şey.
vatan:
bir kimsenin doğup büyü-
düğü yer, üzerinde yaşanılan ülke,
yurt.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum, hâl
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
asır:
yüzyıl.
bilhassa:
her şeyden önce,
başta, hele, en çok, hususan,
hususî olarak, özellikle, mah-
sus.
delil:
kanıt.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i din:
dindar, dinine bağlı,
dindar olanlar.
eser:
basılma kitap.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, sahici.
harika:
her zaman rastlanma-
yan, olağanüstü vasıflar taşı-
yan ve hayranlık hissi uyandı-
ran, âdet ve tabiat dışında
olan şey.
has:
özel.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma, o iş için
gayret gösterme, çabalama.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
ikmal:
tamamlama, bitirme,
eksik, ve noksan bırakmama.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
insaf:
hakkı kabul edip söyle-
me.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.
istirham:
rica etme.
kahraman:
yiğit, cesur, baha-
dır, alp.