İmanî ve Hakikî Güzel Mektuplar
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
Ék
ªp
FGn
O Gk
ón
Hn
G o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h $G o
ân
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ
r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Şimdiye kadar, gizli münafıklar risale-i nur’a kanun-
la, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin
bazı erkânını iğfal edip, tecavüz ediyorlardı. Biz müspet
hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman, tedâfüî
vaziyetinde idik. Şimdi, plânları akim kaldı, bilakis teca-
vüzleri, risale-i nur’un dairesini genişlettirdi. Bu defa ye-
ni hurufla
Asa-yı Mûsa’
yı tabetmek niyetimiz, ihtiyarımız
olmadığı hâlde, tecavüz vaziyeti risale-i nur’a veriliyor
gibidir. Bu hâdisenin ehemmiyetli bir hikmeti şu olmak
gerektir:
risale-i nur bu mübarek vatanın manevî bir halâskârı
olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevî belâyı defet-
mek için matbuat âlemi ile tezahüre başlamak, ders ver-
mek zamanı geldi veya gelecek gibidir, zannederim.
o dehşetli belâdan birisi: Hristiyan dinini mağlûp eden
ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik
cereyanı. Bu vatanı manevî istilâsına karşı, risale-i nur,
sedd-i zülkarneyn gibi bir sedd-i kur’ânî vazifesini
görebilir. Ve âlem-i İslâm’ın bu mübarek vatanın
AsA-yı MûsA | 403 |
i
Manî ve
G
üzel
M
ektuplaR
Hakikî:
hakikate mensup.
halâskâr:
kurtarıcı.
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep; gizli, bilinmeyen nokta.
Hristiyan:
Hz. İsa’nın (as) tebliğ et-
tiği dine inanan, bu dinden olan,
İsevî, Nasranî.
huruf:
harfler.
hükümet:
bir memleketi idare
edenler, vekiller hey’eti.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, yanlış iş yaptırma, al-
datma, aldatılma.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
İman:
inanma, inanç, itikat, tasdik.
istilâ:
kaplama.
matbuat:
basılmış şeyler, kitaplar,
gazeteler, v.s.
mecburiyet:
mecbur olma, mec-
burluk, zarurîlik durumu, zora tu-
tulma, zorunluluk.
mübarek:
feyizli, bereketli.
münafık:
nifak sokan, iki yüzlülük
eden, ara bozucu.
müspet:
olumlu.
niyet:
bir işi yapmayı önceden dü-
şünme.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek için
yapılan düzenleme.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sedd-i Kur’ânî:
Kur’ân’a ait set,
Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi.
sedd-i Zülkarneyn:
Zülkarneyn’in
seddi; Zülkarneyn’in Ye’cüc ve
Me’cüc kavminden korunmak is-
teyenler için yaptırdığı çok büyük
ve sağlam set, kale.
sıddık:
hiçbir zaman yalan söyle-
meyen, yerine getiremeyeceği sö-
zü vermeyen, sözünde duran.
tab:
kitap basma, kitap baskısı,
baskı.
tecavüz:
haddini aşma.
tedâfüî:
kendini koruma, savun-
ma ile ilgili, savunmaya ait.
tezahür:
zuhur etme, ortaya çık-
ma, meydana çıkma, belirme, gö-
rünme.
vatan:
bir kimsenin doğup büyü-
düğü yer, üzerinde yaşanılan ülke,
yurt.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum, hâl.
zan:
zannetme, sanma, kesin ola-
rak bilmeksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
akim:
neticesiz, sonu yok, ba-
şarısız.
âlem:
ortam.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
anarşi:
terör.
Asa-yı Mûsa:
Bediüzzaman
Said Nursî’nin bir eseri.
asayiş:
kanun ve nizam hâki-
miyetinin sağlanması.
aziz:
muhterem, saygın.
belâ:
musibet, gam, keder,
afet, sıkıntı.
bilakis:
aksine, tersine, tam
tersi, tersine olarak.
cereyan:
bir tarafa doğru akış,
akıntı, akım.
cihet:
yan, yön, taraf.
def:
mâni olma, savmak,
uzaklaştırma.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
ehemmiyet:
önem.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
hâdise:
olay.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi ebediyen ve daima üzerinize olsun.