Asâ-yı Mûsa - page 400

fermana
(HaşİYe)
bak. o bin nişanlı zat, onun yanına dur-
muş, o fermanın mealini umuma beyan ediyor.
İşte, şu fermanın üslûpları öyle bir tarzda parlıyor ki,
herkesin nazar-ı istihsanını celp ediyor; ve öyle ciddî,
ehemmiyetli meseleleri zikrediyor ki, herkes kulak ver-
meye mecbur oluyor. Çünkü bütün bu memleketi idare
eden ve bu sarayı yapan ve bu acayibi izhar eden zatın
şuunatını, ef’alini, evamirini, evsafını birer birer beyan
ediyor.
o fermanın hey’et-i umumiyesinde bir turra-i azam ol-
duğu gibi; bak her bir satırında, her bir cümlesinde, tak-
lit edilmez bir turra olduğu misillü; ifade ettiği manalar,
hakikatler, emirler, hikmetler üstünde dahi, o zata mah-
sus birer manevî hatem hükmünde, ona has bir tarz gö-
rünüyor. elhâsıl, o ferman-ı azam, güneş gibi, o zat-ı
Azamı gösterir; kör olmayan görür.
İşte ey arkadaş! Aklın başına gelmiş ise, bu kadar kâ-
fi. eğer bir sözün varsa şimdi söyle.
o inatçı adam cevaben dedi ki:
“Ben senin bu bürhanlarına karşı yalnız derim: elham-
dülillâh, inandım. Hem güneş gibi parlak ve gündüz gibi
aydın bir tarzda inandım ki, şu memleketin tek bir Ma-
lik-i zülkemal’i, şu âlemin tek bir sahib-i zülcelâl’i, şu
sarayın tek bir sâni-i zülcemal’i bulunduğunu kabul et-
tim. Allah senden razı olsun ki, beni eski inadımdan ve
HaşİYe:
nuranî ferman kur’ân’a ve üstündeki turra ise i’cazına işaret-
tir.
acayip:
şaşırtıcı ve garip şeyler.
âlem:
dünya.
aydın:
aydınlık.
beyan:
açıklama, anlatma, bildir-
me.
bürhan:
delil.
celp etme:
kendine çekme.
cevaben:
cevap olarak.
ef’al:
fiiller.
ehemmiyetli:
önemli.
Elhamdülillâh:
hamd Allah’a aittir.
elhâsıl:
netice olarak.
evamir:
emirler.
evsaf:
nitelikler, özellikler.
ferman:
emir, buyruk.
ferman-ı azam:
en büyük emir;
Kur’ân.
hakikat:
gerçek.
has:
özel.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hatem:
mühür, damga.
heyet-i umumî:
bütünüyle, her
yönüyle.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak faydalı ve tam ye-
rinde olması.
i’caz:
Kur’ân’ın mu’cize oluşu, ben-
zerinin yapılamaması.
ifade etme:
bildirme, anlatma.
inatçı:
bir konuda ısrar eden
kişi.
izhar:
gösterme.
kâfi:
yeterli.
mahsus:
özel.
Malik-i Zülkemal:
sonsuz mü-
kemmellik sahibi olan gerçek
mülk sahibi; Allah.
mana:
anlam.
manevî:
maddî olmayan, ma-
naya ait.
meal:
anlam.
memleket:
ülke.
meseleler:
konular.
misillü:
gibi.
nazar-ı istihsan:
beğenerek
bakma.
nişan:
bir şeyi belirten işaret.
nuranî:
nurlu.
sahib-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük ve yücelikte olan sa-
hip; Allah.
sâni-i Zülcemal:
sonsuz güzel-
lik sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
şuunat:
işler.
taklit edilmez:
benzeri yapıl-
maz.
tarz:
şekil, biçim, usul, yön-
tem.
turra:
mühür, damga.
turra-i azam:
en büyük mü-
hür.
umum:
herkes.
üslûp:
ifade şekli, anlatış biçi-
mi.
zat:
Allah, şahıs, kişi.
zat-ı azam:
en büyük zat.
zikretmek:
anlatmak, yeri
geldiğinde bir şeyi söylemek.
22. sÖZÜn BirinCi makamI
| 400 |
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA
1...,390,391,392,393,394,395,396,397,398,399 401,402,403,404,405,406,407,408,409,410,...570
Powered by FlippingBook