özrümüz kalmadı. zira on beş gün, güya bize mühlet ve-
rilmiş gibi, bize ilişmiyorlar. elbette biz başıboş değiliz.
Bu derece nazik, sanatlı, mizanlı, letafetli, ibretli masnu-
lar içinde hayvan gibi gezip bozamayız; bize bozdurmaz-
lar. Şu memleketin haşmetli malikinin, elbette cezası da
dehşetlidir.
o zat ne kadar kudretli, haşmetli bir zat olduğunu şu-
nunla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzim
ediyor, bir dolap gibi çeviriyor; şu büyük memleketi, bir
hane gibi, hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor.
İşte bak: Vakitbevakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi,
şu sarayı, şu memleketi, şu şehri kemal-i intizamla dol-
durup, kemal-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı kaldırıp
indirmek gibi, koca memleketi baştan başa çeşit çeşit
sofralar,
(HaşİYe)
bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir
tarzında, mütenevvi yemekleri sıra ile getirip yedirir; onu
kaldırıp başkasını getirir. sen de görüyorsun ve aklın
varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde, hadsiz saha-
vetli bir kerem var.
Hem de bak ki, o gaybî zatın saltanatına, birliğine, bü-
tün bu şeyler, şahadet ettiği gibi; öyle de, kafile kafile
arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından
açılıp kapanan bu inkılâplar, bu tahavvülâtlar, o zatın de-
vamına, bekasına şahadet eder. Çünkü, zeval bulan eşya
ile beraber, esbapları dahi kayboluyor. Hâlbuki, onların
HaşİYe:
sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki; yüzer taze taze
ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan rahmanî sofralar serilir,
değişirler. Her bir bostan bir kazan; her bir ağaç bir tablacıdır.
âlem:
dünya.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
bostan:
içinde çeşitli meyve ve
sebzelerin bulunduğu bahçe.
ceza:
bir suçun karşılığı.
dehşet:
korku.
dehşetli:
korkutucu.
dest-i gaybî:
görünmez el.
esbap:
sebepler.
gaybî:
görünmeyen.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız.
hakikî:
gerçek.
hane:
ev.
haşmet:
hiddet, heybet, büyük-
lük.
ibretli:
düşündürücü, ders verici.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
kafile:
topluluk.
kemal-i hikmet:
her şeyin mü-
kemmel bir şekilde belirli gayelere
yönelik olarak. faydalı ve tam ye-
rinde olması.
kemal-i intizam:
mükemmel bir
düzen.
kerem:
ikram, bağış.
kudret:
güç, kuvvet.
letafetli:
güzel, hoş.
Malik:
sahip; her şeyin gerçek sa-
hibi olan Allah.
masnu:
sanatlı bir şekilde ya-
ratılmış varlıklar.
matbaha-i rahmet:
rahmet
mutfağı.
memleket:
ülke.
mizanlı:
ölçülü.
mühlet:
belirli süre.
mütenevvi:
çeşit çeşit.
nazik:
ince; güzel.
noksan:
eksik.
Rahmanî:
bütün yaratılmışla-
rın rızıklarını ve geçim şekille-
rini içine alan rahmetin sahibi
Allah’ın yarattığı.
sahavet:
cömertlik.
saltanat:
hâkimiyet.
sanatlı:
ustaca yapılmış.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tablacı:
yiyecek sunan.
tahavvülât:
hâl değişiklikleri.
tanzim:
düzenleme, tertiple-
me.
tarz:
biçim, şekil.
vakitbevakit:
zaman zaman,
zamanla.
zat:
kişi, şahıs.
zeminin yüzü:
yeryüzü.
zeval:
sona erme, yok olma.
zira:
çünkü.
22. sÖZÜn BirinCi makamI
| 396 |
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA