Asâ-yı Mûsa - page 389

kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerin-
den ziyade, sanatkârlarını gösteriyorlar.
Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznüma bir zattır ki,
hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf ka-
dar ona kolay gelir.
Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle bir hik-
metle her şeyi yerli yerine koyuyor ve öyle mükrimâne
herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsan-
perverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin
arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sahavetperverâne
sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına,
hayvanlarına, her bir taifesine has ve lâyık, belki her bir
ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veri-
liyor.
İşte, dünyada bundan muhal bir şey var mı ki, bu gör-
düğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abes
ve faydasız olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya us-
tası her şeye muktedir olmasın; veya her şey ona musah-
har olmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa, buna karşı
bir bahane bul!
yEDİNCİ BÜRHAN
ey arkadaş, gel! Şimdi bu cüz’iyatı bırakıp, saray şek-
lindeki bu acip âlemin eczalarının birbirine karşı olan va-
ziyetlerine dikkat edeceğiz.
İşte, bak: Bu âlemde o derece intizam ile küllî işler
yapılıyor ve umumî inkılâplar oluyor ki, âdeta bütün bu
AsA-yı MûsA
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 389 |
22. sÖZÜn BirinCi makamI
muhal:
imkânsız.
muktedir:
gücü yeten.
musahhar:
boyun eğmiş.
mükrimâne:
ikram ederek.
müteaddit:
birden fazla.
sahavetperver:
cömertlikte bu-
lunmaktan pek hoşlanır şekilde.
sanatkâr:
usta.
tabla-i nimet:
nimet tablası.
taife:
topluluk.
tatmin:
doyurma.
tesadüfî:
tesadüfen, rastgele.
umumî:
genel, herkese ait, her-
kesle alâkalı.
vaziyet:
durum, duruş.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla.
abes:
boş, anlamsız.
acip:
benzeri görülmemiş,
hayret verici.
âdeta:
sanki.
âlem:
dünya.
arzu:
istek, heves.
bahane:
kusur, noksan.
bürhan:
delil.
cüz’iyat:
küçük, ferdî şeyler.
ecza:
parçalar.
fert:
birey.
haddin varsa:
gücün yetiyor-
sa.
has:
özel.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak faydalı ve
tam yerinde olması.
ihsanperverâne:
iyiliği, bağış-
ta bulunmayı pek sever şekil-
de.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
intizam:
düzen.
işleyici:
yapan.
küllî:
büyük.
lâyık:
yakışan.
lütuf:
yardım, iyilik, bağış.
mahsus:
özel.
memleket:
ülke.
mu’ciznüma:
mu’cize göste-
ren.
1...,379,380,381,382,383,384,385,386,387,388 390,391,392,393,394,395,396,397,398,399,...570
Powered by FlippingBook