tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçla-
rındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, ve-
riyorlar.” o vakit her ipe bir padişahlık manasını vermek
lâzım gelir. Hâlbuki, gözümüzün önünde, bir dest-i gay-
bî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. demek,
bütün bu sarayda her şey, kendi nefsinden ziyade o
mu’ciznüma zatı gösteriyor. onu tanımazsan, bütün bu
şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşe-
ceksin.
DOKUZUNCU BÜRHAN
gel, ey muhakemesiz arkadaş! sen şu sarayın sahibi-
ni tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü is-
tib’at ediyorsun. onun acip sanatlarını ve hâlâtını akla sı-
ğıştıramadığından, inkâra sapıyorsun. Hâlbuki, asıl is-
tib’at, asıl müşkülât ve hakikî suubetler ve dehşetli külfet-
ler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütün bu
saray, bu âlem, bir tek şey gibi kolay gelir, rahat olur, bu
ortadaki ucuzluk ve mebzuliyete medar olur. eğer tanı-
mazsak ve o olmazsa, o vakit her bir şey, bütün bu sa-
ray kadar müşkülâtlı olur. Çünkü her şey bu saray kadar
sanatlıdır. o vakit ne ucuzluk ve ne de mebzuliyet kalır.
Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç
kimsenin eline geçmezdi.
sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna
bak.
(HaşİYe)
eğer onun gizli matbaha-i mu’ciznümasından
HaşİYe:
konserve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar;
süt kutusu Hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.
acip:
benzeri görülmemiş, hayret
verici.
aksam:
kısımlar.
âlem:
dünya.
bilmecburiye:
zorunlu olarak.
bürhan:
delil.
dehşet:
korkutucu.
dest-i gaybî:
görünmez el.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
enva:
çeşitler, türler.
hakikî:
gerçek.
hâlât:
hâller, durumlar; işler, fiiller.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hedâyâ:
hediyeler, armağan-
lar.
hediye:
armağan, bağış.
ihsan:
iyilik, bağış.
inkâr:
yok sayma, inanmama.
istib’at:
akıldan uzak görme.
konserve:
özel şekilde kutula-
nan yiyecek maddeleri.
külfet:
zorluklar, sıkıntı.
matbaha-i
mu’ciznüma:
mu’cize gösteren mutfak.
mebzuliyet:
bolluk, çokluk.
medar:
sebep, vesile.
meyvedar:
meyveli.
mu’ciznüma:
mu’cize göste-
ren.
muhakeme:
bir şeyi düşünüp
değerlendirme.
müşkülât:
zorluklar, güçlükler.
nefsinden ziyade:
kendi şah-
sından çok.
nişan:
belirti.
rahmet:
acıma.
sair:
diğer.
sanat:
ustalık; ustaca yapılmış
güzel eser.
suubet:
güçlük, zorluk.
vakit:
zaman, an.
zat:
kişi, şahıs.
22. sÖZÜn BirinCi makamI
| 394 |
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA