bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nak-
şeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?
ALTıNCı BÜRHAN
gel, bu geniş ovaya çıkacağız.
(HaşİYe)
İşte, o ova için-
de yüksek bir dağ var. üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı
görülsün. Hem her şeyi yakınlaştıracak güzel dürbünleri
de beraber alacağız. Çünkü, bu acip memlekette acip iş-
ler oluyor. Her saatte hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.
İşte, bak: Bu dağlar ve ovalar ve şehirler birden deği-
şiyor. Hem nasıl değişiyor! öyle bir tarzda ki, milyonlar-
la birbiri içinde işler, gayet muntazam surette değişiyor.
Âdeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde bera-
ber dokunuyor gibi, pek acip tahavvülât oluyor.
Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli
miçekli şeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine ve
mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı başkaları
geldiler. Âdeta şu ova, dağlar birer sahife; yüz binlerle
ayrı ayrı kitaplar, içinde yazılıyor. Hem hatasız, noksan-
sız olarak yazılıyor.
İşte, bu işler, yüz derece muhaldir ki, kendi kendine
olsun. evet, nihayet derecede sanatlı, dikkatli şu işler,
HaşİYe:
Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. zira yüz
binler muhtelif mahlûkatın taifeleri, birbiri içinde beraber icat edilir,
rûy-i zeminde yazılır; galatsız, kusursuz, kemal-i intizamla değiştirilir.
Binler sofra-i rahman açılır, kaldırılır; taze taze gelir. Her bir ağaç bi-
rer tablacı; her bir bostan birer kazan hükmüne geçer.
acip:
şaşırtıcı, hayret verici.
âdeta:
sanki.
bostan:
içinde çeşitli meyve ve
sebzelerin bulunduğu bahçe.
galat:
yanlış, hata.
gayet:
son derece.
haşiye:
dipnot.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, gibi olmak.
icat:
yoktan var etme, yarat-
ma.
kemal-i intizam:
mükemmel
bir düzen.
mahiyet:
nitelik, özellik.
mahlûkat:
yaratıklar.
memleket:
ülke.
muhal:
imkânsız.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muntazam:
düzenli.
muntazaman:
düzenli olarak.
mütenevvi:
çeşitli.
nakkaş:
nakış ustası.
nakış:
işleme, süsleme.
nihayet:
son.
noksan:
eksik.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sahife:
sayfa.
sanatlı:
ustalıkla yapılmış, gü-
zel.
sofra-i Rahman:
rahmet sahi-
bi olan Allah’ın sofrası.
suret:
şekil, biçim.
tablacı:
yiyecek sunan.
tahavvülât:
değişiklikler.
taife:
topluluk.
tarz:
şekil, biçim.
ünsiyet etmek:
alışmak.
zemin:
yer.
zira:
çünkü.
22. sÖZÜn BirinCi makamI
| 388 |
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA