demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. onları
işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. eğer kendi başına
olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her
iş mu’cize, her şey mu’cizekâr bir harika olmak lâzım ge-
lir. Bu ise bir safsatadır.
İKİNCİ BÜRHAN
gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri
süslendiren şeyler üstünde dikkat et. Her birisinde o giz-
li zattan haber veren işler var. Âdeta her biri birer turra,
birer sikke gibi, o gaybî zattan haber veriyorlar. İşte, gö-
zünün önünde, bak, bir dirhem pamuktan
(HaşİYe 1)
ne ya-
pıyor!
Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı.
Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfte-
ler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâ-
fi gelir.
Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakı-
rı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası
(Haşİ-
Ye 2)
yaptı. Bak, gör!
HaşİYe 1:
tohuma işarettir. Meselâ, zerre gibi bir afyon büzrü, bir dir-
hem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği nasıl çuhadan daha gü-
zel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şeker-
lemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif,
daha leziz, daha şirin meyveleri hazine-i rahmetten getiriyorlar, bize
takdim ediyorlar!..
HaşİYe 2:
Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icat
etmeye işarettir.
âdeta:
sanki.
afyon büzürü:
afyon tohumu.
bürhan:
delil.
cism-i hayvanî:
hayvan bedeni.
çuha:
tüysüz ince, sık dokunmuş
yün kumaş.
dirhem:
eskiden kullanılan üç
gramlık bir ölçü birimi.
gaybî:
görünmeyen.
halk:
yaratma.
harika:
olağanüstü.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hazine-i Rahmet:
rahmet hazine-
si.
icat:
yoktan var etme, yarat-
ma.
kâfi:
yeterli.
konserve:
özel şekilde kutula-
nan yiyecek maddeleri.
kudret:
güç, kuvvet.
lâtif:
yumuşak, hoş, güzel.
leziz:
lezzetli.
memleket:
ülke.
menzil:
yer.
mu’cize:
bir benzerini yapma
konusunda âciz kalınan olağa-
nüstü şey.
mu’cizekâr:
mu’cizeli, mu’cize
gibi.
nutfe:
döl suyu, meni, sperm.
nüvat:
çekirdekler.
patiska:
pamuktan dokun-
muş sık ve düzgün bez.
safsata:
asılsız söz.
sikke:
mühür, işaret.
takdim etme:
sunma.
turra:
mühür, damga.
unsur:
bir şeyin parçası; ele-
ment.
zat:
şahıs, kişi.
zerdali:
bir kayısı türü.
zerre:
çok küçük parça.
zîhayat:
canlılar.
22. sÖZÜn BirinCi makamI
| 384 |
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA