Hem madem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikat-
tir ve sıdk ve ciddiyetledir.
Hem madem âsârının şahadetiyle, bütün kemalât
onun nihayetsiz kemaline delâlet ve şahadet eder; ve
hiçbir cihette naks ve kusur onda yoktur.
Hem madem hulfülvaat ve hilâf ve kizb ve aldatmak,
en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur.
elbette ve elbette, o kadîr-i zülcelâl, o Hakîm-i zülke-
mal, o rahîm-i zülcemal, vaadini yerine getirecek, sa-
adet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı
aslîsi olan cennete sizleri, ey ehl-i iman, idhal edecektir.
ON BİRİNCİ KELİME
o
Ò°/
ün
Ÿr
G p
¬r
«n
dp
Gn
h
: Yani,
ticaret ve memuriyet için, mühim
vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen in-
sanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetle-
rini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı
Zülcelâl’ine dönecekler ve Mevlâ-i Kerîm’lerine kavuşa-
caklar
. Yani, bu dâr-ı fânîden gidip dâr-ı bâkîde Huzur-i
kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbap dağdağasın-
dan ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, rabb-i
rahîm’lerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz ka-
vuşacaklar. doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlık’ı ve
Ma’bud’u ve rabbi ve seyyidi ve Malik’i kim olduğunu
bilecek ve bulacaklar.
İşte, şu kelime bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde
eder ve der ki:
AsA-yı MûsA
o
nuncu
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 377 |
yirminCi mekTup
ret sahibi, Allah.
kemal:
kusursuzluk, mükemmel-
lik.
kemalât:
mükemmellikler, kusur-
suzluklar.
kizb:
yalan söyleme.
kusur:
eksiklik, noksanlık.
Ma’bud:
kulluk edilen, Allah.
makarr-ı saltanat-ı ebedî:
ebedî
saltanat yeri, sonsuz saltanat mer-
kezi; ahiret yeri.
Malik:
her şeyin gerçek sahibi
olan Allah.
memuriyet:
memurluk.
Mevlâ-i Kerîm:
ikram ve ihsan sa-
hibi olan Cenab-ı Hak.
mühim:
önemli.
müjde:
sevindirici haber, iyi haber.
müşerref:
şereflendirilmiş, kendi-
sine şeref verilmiş, yüceltilmiş.
naks:
noksan, eksiklik.
nihayetsiz:
sonsuz.
Rab:
yaratan, besleyen, büyüten,
yetiştiren, verdiği nimetlerle mah-
lûkatı ıslah ve terbiye eden Allah.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Allah.
Rahîm-i Zülcemal:
güzellik sahibi
olan ve yarattıklarına karşı sonsuz
şefkat ve merhametli olan Allah.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
seyyid:
efendimiz ve sahibimiz
olan Allah.
sıdk:
doğruluk.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şuunat:
işler, fiiller, emirler.
vaat:
söz verme.
vatan-ı aslî:
asıl vatan.
vazife:
görev, iş.
vesait:
vasıtalar, aracılar.
Âdem:
Cenab-ı Allah’ın yarat-
tığı ilk insan ve insanlığın ilk
atasıdır.
âsâr:
eserler.
ciddiyet:
ciddîlik.
cihet:
yön, taraf.
dağdağa:
gürültü, ıztırap; boş
yere telâş ve zorluklar.
dâr-ı bâkî:
bâkî, ebedî dünya;
ahiret.
dâr-ı fânî:
ölümlü, gelip geçici;
dünya.
dâr-ı imtihan:
imtihan yeri.
delâlet:
işaret; delil olma, gös-
terme.
ehl-i iman:
iman sahipleri, İs-
lâm dinini kabul edenler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
hak:
doğru.
hakikat:
gerçek.
Hakîm-i Zülkemal:
her şeyi
faydalı ve hikmetli yaratan Al-
lah.
Hâlık:
yaratıcı; Allah.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet, izzet sahibi
yaratıcı, Allah.
haslet:
huy, karakter, özellik.
hilâf:
yalan; cayma, vazgeç-
me.
hulfülvaat:
verdiği sözü yeri-
ne getirmeme.
huzur-i kibriya:
Allah’ın huzu-
ru.
icraat:
işler, faaliyetler.
idhal etmek:
dahil etmek, içi-
ne almak, sokmak.
itmam etme:
tamamlama, bi-
tirme.
Kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet, izzet ve kud-