en tatlı nimeti ve o marifetullah içindeki
muhabbetullah
’-
tır. Ve ruh-i beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için
en safî sevinç, o muhabbetullah içindeki
lezzet-i ruhani-
ye
’dir.
evet,
bütün hakikî saadet ve halis sürur ve şirin nimet
ve safî lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır
;
onlar, onsuz olamaz.
Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven,
nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara, ya bilkuvve
veya bilfiil mazhardır
. onu hakikî tanımayan, sevmeyen,
nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve madde-
ten müptelâ olur.
evet,
şu perişan dünyada, avare nev-i beşer içinde, se-
meresiz bir hayatta, sahipsiz, hamîsiz bir surette, âciz,
miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç pa-
ra eder?
İşte bu avare nev-i beşer içinde, bu perişan, fâ-
nî dünyada, insan sahibini tanımazsa, malikini bulmazsa,
ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. eğer
sahibini bulsa, malikini tanısa, o vakit rahmetine iltica
eder, kudretine istinat eder; o vahşetgâh dünya bir te-
nezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.
Birinci Makam
Şu kelâm-ı tevhidînin on bir kelimesinin her birinde bi-
rer müjde var. Ve o müjdede birer şifa ve o şifada birer
lezzet-i maneviye bulunur.
âciz:
gücü yetmez, güçsüz.
âlâm:
elemler, acılar, sıkıntılar.
avare:
serseri; dağınık, perişan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilfiil:
fiilen, gerçekleşerek, niyet
ve düşünce olarak değil işle, fiille.
bilkuvve:
daha fiiliyata geçmemiş,
kabiliyet ve potansiyel hâlinde,
düşünce hâlinde, niyet olarak.
envar:
nurlar.
esrar:
sırlar.
evham:
vehimler, kuruntular,.
fânî:
geçici, ölümlü.
hakikî:
doğru, gerçek.
halis:
saf, katıksız.
hamî:
koruyan, himaye eden.
iltica etme:
sığınma.
istinat etme:
dayanma, güvenme.
kalb-i insan:
insan kalbi.
kelâm-ı tevhit:
Allah’ın birliğinden
bahseden söz.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lezzet-i maneviye:
manevî lezzet.
lezzet-i ruhaniye:
ruhanî lezzet,
cismanî olmayan lezzet ve
zevk.
makam:
durak.
malik:
sahip.
manen:
manevî olarak.
marifetullah:
Allah’ı bilme,
isim ve sıfatlarıyla tanıma.
mazhar:
nail olma, erişme, ka-
vuşma.
miskin:
zavallı.
muhabbetullah:
Allah sevgisi.
müjde:
sevindirici haber, iyi
haber.
müptelâ:
tutulmuş, tutkun,
bağımlı.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
perişan:
dağınık.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me.
ruh-i beşer:
insan ruhu.
saadet:
mutluluk.
safî:
saf, temiz, duru.
semere:
netice; fayda, menfa-
at.
sergerdan:
başı dönmüş, şaş-
kın.
sultan:
padişah, hükümdar.
suret:
şekil, biçim.
sürur:
sevinç.
şekavet:
sıkıntı, mutsuzluk.
şifa:
bir hastalığın son bulma-
sı, iyileşme.
tenezzühgâh:
gezinti yeri.
ticaretgâh:
ticaret yapılan yer,
alışveriş yeri.
vahşetgâh:
yalnızlık yeri, kor-
ku veren ıssız yer.
yirminCi mekTup
| 368 |
o
nuncu
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA