değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam değil; belki, bir Fa-
il-i Hakîm-i rahîm tarafından bir terhistir, tebdil-i me-
kândır, saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir
sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan
âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.
SEKİZİNCİ KELİME
o
äƒo
ªn
j n
’ w
»n
M n
ƒo
gn
h
: Yani,
bütün kâinatın mevcudatında
görünen ve vesile-i muhabbet olan kemal ve hüsün ve
ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve
ihsanın sahibi ve bütün mahbuplara bedel bir tek cilve-i
cemali kâfi gelen bir Ma’bud-i Lemyezel, bir Mahbub-i
Lâyezal’in ezelî ve ebedî bir hayat-ı daimîsi var ki, şaibe-i
zeval ve fenâdan münezzeh ve avarız-ı naks ve kusurdan
müberradır
.
İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zîşuura ve ehl-i
muhabbet ve aşka ilân eder ki:
sizlere müjde! Mahbuplarınızdan nihayetsiz firakların
yaralarını tedavi edip merhem süren bir Mahbub-i Bâ-
kî’niz var. Madem o var ve bâkîdir; başkaları ne olursa
olsun, merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda sebeb-i
muhabbetiniz olan hüsün ve ihsan, fazl ve kemal, o
Mahbub-i Bâkî’nin cilve-i cemal-i bâkîsinden, çok perde-
lerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. onların
zevalleri sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi âyineler-
dir. Âyinelerin değişmesi, şaşaa-i cemalin cilvesini taze-
leştirir, güzelleştirir. Madem o var; her şey var.
ahbap:
dostlar, sevilenler.
âlem-i berzah:
ruhların kıyamete
kadar kalacakları âlem; kabir âle-
mi.
aşk:
şiddetli sevgi, candan sevme.
avarız-ı naks:
eksiklikten doğan,
arızalar, bozukluklar.
âyine:
ayna.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve kalı-
cı olan.
bedel:
karşılık, karşı.
cemal:
güzellik.
cilve:
tecelli, güzel ve hoş bir bi-
çimde görünme.
cilve-i cemal:
güzellik görüntüsü,
yansıması.
cilve-i cemal-i bâkî:
sonsuz İlâhî
güzellik görüntüsü, yansıması.
ebedî:
hiç son bulmayacak şekilde
süren.
ehl-i muhabbet:
Allah sevgisi ile
dolu olanlar.
ezelî:
varlığının başlangıcı olma-
yan.
fail:
bir işi yapan, eden.
Fail-i Hakîm-i Rahîm:
her şeyi
rahmet ve hikmetle yapan; Allah.
fazl:
cömertlik, iyilik, ihsan.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
firak:
ayrılık.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayat-ı daimî:
devamlı ve sonu
olmayan hayat.
hüsün:
güzellik.
ihsan:
iyilik etme, güzel davran-
ma, lütuf, bağış, yardım.
ilân etme:
bildirme, duyurma.
in’idam:
yok olma.
ins:
insan.
kâfi:
yeterli, yeter.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kemal:
kusursuzluk, mükemmel-
lik.
kusur:
eksiklik, noksan.
Ma’bud-i Lemyezel:
hiçbir za-
man yok olmayan, bâkî ve
ibadete lâyık olan Allah.
Mahbub-i Bâkî:
ölümsüz ve
sonsuz sevgili olan Allah.
Mahbub-i Lâyezal:
hiç bir za-
man yok olmayan, ölümsüz,
sonsuz sevgili; Allah.
mahbup:
sevilmiş, sevilen.
mecma:
toplanılacak yer.
merhem:
ilâç.
mevcudat:
varlıklar, yaratıl-
mış şeylerin tamamı.
müberra:
kusurdan uzak ve
arınmış.
müjde:
iyi haber.
münezzeh:
arınmış, kusurdan
uzak.
nevi:
çeşit.
nihayetsiz:
sonsuz.
saadet-i ebediye:
sonsuz
mutluluk.
sebeb-i muhabbet:
sevgi ve
dostluğun sebebi veya vasıta-
sı.
sevkiyat:
yollamak, gönder-
mek.
şaibe-i zeval ve fenâ:
yok
olup gitme şüphesi.
şaşaa-i cemal:
gösterişli gü-
zellik.
tebdil-i mekân:
yer değiştir-
me.
terhis:
serbest bırakma.
tesadüf:
rastlantı.
vatan-ı aslî:
asıl vatan.
vesile-i muhabbet:
sevgi se-
bebi.
visal:
ulaşma, kavuşma.
zeval:
sona erme, yok olma.
zîşuur:
şuur sahibi.
yirminCi mekTup
| 374 |
o
nuncu
H
üccet
-
i
i
ManiYe
AsA-yı MûsA