Akıllı arkadaşı ona dedi: “senin bu temerrüdün beni
de, belki çoklarını da belâya atacaktır. Bir edepsizin yü-
zünden, bazen olur ki, bir memleket harap olur.”
Yine o serseri dönüp, dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat
et ki, bu koca memleketin tek bir maliki, tek bir sânii var-
dır; yahut bana ilişme.”
Cevaben arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik de-
recesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir
kahra giriftar edeceksin. Ben de sana on iki bürhan ile
göstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu
memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, her şeyi ida-
re eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur.
Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözle-
rini işitir. Bütün işleri mu’cize ve harikadır. Bütün bu
gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun
memurlarıdır.”
BİRİNCİ BÜRHAN
gel, her tarafa bak, her şeye dikkat et. Bütün bu işler
içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhem
(HaşİYe 1)
kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde bir
şey, binler batman yükü kaldırıyor. zerre kadar şuuru
(Ha-
şİYe 2)
olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.
AsA-yı MûsA
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 383 |
22. sÖZÜn BirinCi makamI
malik:
sahip.
memleket:
ülke.
memur:
emir altında olan.
mu’cize:
bir benzerini yapma ko-
nusunda âciz kalınan olağanüstü
şey.
nazenin:
narin, ince yapılı.
nebatat:
bitkiler.
neme lâzım:
bana ne.
noksan:
eksik.
sâni:
sanatkâr, usta.
serseri:
akılsız, başıboş.
sıklet:
ağırlık.
şuur:
anlayış, bilinç.
temerrüt:
inat etme.
tesadüfî:
tesadüfen, rastgele.
yahut:
veya.
zerre:
çok küçük parça.
âlem:
dünya.
batman:
eskiden kullanılan ve
sekiz kiloluk ağırlığa karşılık
gelen bir ölçü birimi.
belâ:
sıkıntı, musibet.
Bürhan:
delil.
cihet:
yön.
çekirdek:
tohum.
dirhem:
eskiden kullanılan üç
gramlık bir ölçü birimi.
divane:
deli.
edepsiz:
terbiyesiz.
gayet:
son derece.
giriftar etmek:
yakalatmak,
içine sokmak.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
harap:
yıkılmış olan.
harika:
olağanüstü.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
idare:
yönetme, çekip çevir-
me.
ilişme:
dokunma, karışma.
inat:
ısrarla diretme.
ispat etme:
kanıtlama, doğru-
luğunu ortaya koyma.
kahır:
mahvolma.
kat’iyen:
kesin olarak.
lâtif:
ince, yumuşak.
mahlûk:
yaratık.
HaşİYe 1:
Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.
HaşİYe 2:
kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayan-
mayan üzüm çubukları gibi nazenin nebatatın ağaçlara lâtif eller atıp
sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.