Asâ-yı Mûsa - page 391

İşte, bütün bu hâller, iki kere iki dört eder derecesin-
de kat’î gösterir ki; şu saray-ı acibin ustasına, yani şu ga-
rip âlemin sahibine her şey musahhardır, her şey onun
hesabına çalışır, her şey ona bir emirber nefer hükmün-
dedir, her şey onun kuvvetiyle döner, her şey onun em-
riyle hareket eder, her şey onun hikmetiyle tanzim olur.
Her şey onun keremiyle muavenet eder, her şey onun
merhametiyle başkasının imdadına koşar; yani koşturu-
lur. ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir söz söyle.
sEKİZİNCİ BÜRHAN
gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arka-
daş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyor-
sun. Hâlbuki, her şey onu gösteriyor, ona işaret ediyor,
ona şahadet ediyor; bütün bu şeylerin şahadetini nasıl
tekzip ediyorsun? öyle ise, bu sarayı da inkâr et ve
“Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, or-
tadan çık; yahut aklını başına al, beni dinle.
İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata
eden yeknesak unsurlar, madenler var.
(HaşİYe)
Âdeta,
memleketten çıkan her şey o maddelerden yapılıyor.
demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapı-
lan şeyler de onundur; tarla kimin ise, mahsulât da
onundur; deniz kimin ise, içindekiler de onundur.
AsA-yı MûsA
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 391 |
22. sÖZÜn BirinCi makamI
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek.
muavenet:
yardım.
muhtaç:
ihtiyaç sahibi.
muntazam:
intizamlı, düzenli.
musahhar:
boyun eğmiş, emrine
girmiş.
mülk:
mal.
müvellit:
doğurtan, meydana ge-
tiren.
nakış:
işleme, süs.
nefer:
asker, er.
nefis:
insanın İlâhî hakikatleri ka-
bul etmek istemeyen daima kötü-
lüğe sevk eden yanı.
nesç:
dokuma, örme.
saray-ı acip:
şaşırtıcı olan ve hay-
ranlık uyandıran saray.
saray-ı muhteşem:
görkemli sa-
ray.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tanzim:
düzenleme.
tekzip:
yalanlama.
unsur:
madde.
vazife:
görev.
yeknesak unsurlar:
her yerde bu-
lunan ve değişmeyen maddeler.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
ziya:
ışık.
âkıl:
akıllı.
âlem:
dünya.
bürhan:
delil.
emirber:
emre hâzır.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
garip:
hayret verici.
haddin varsa:
gücün yetiyor-
sa.
hâl:
durum.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hesabına:
adına.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak faydalı ve
tam yerinde olması.
hükmünde:
yerinde, gibi.
ihata:
kuşatma.
imdat:
yardım.
inkâr:
yok sayma.
izn-i Rabbanî:
Allah’ın izni.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kerem:
cömertlik, ikram.
levazımat:
ihtiyaç maddeleri.
mahsulât:
meydana gelen, el-
de edilen şeyler.
masnuat-ı İlâhiye:
Allah tara-
fından sanatla yaratılan varlık-
lar.
medet:
yardım.
memleket:
ülke.
menşe:
esas, kök.
HaşİYe:
Unsurlar, madenler ise; pek çok muntazam vazifeleri bulunan
ve izn-i rabbanî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile her
bir yere giren medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhaya-
tı emziren ve masnuat-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellit
ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.
1...,381,382,383,384,385,386,387,388,389,390 392,393,394,395,396,397,398,399,400,401,...570
Powered by FlippingBook