evamirinin tebliğine emin bir elçisi” olduğunu biliyorlar
gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.
İşte, bu zatın her söylediği sözü, etrafındaki bütün ak-
lı başında olanlar, “evet, evet, doğrudur” derler, tasdik
ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün
memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası,
(HaşİYe)
o
zatın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle, “evet, evet, her
dediğin doğrudur” derler.
İşte ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassası-
na mahsus bin nişan taşıyan şu nuranî muhteşem ve pek
ciddî zatın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri ge-
lenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zat-ı mu’ciznü-
mada ve zikrettiği evsafında ve tebliğ ettiği evamirinde
hiçbir vecihle hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ı
hakikat kabilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem
vücutlarını, hem hakikatlerini tekzip etmek lâzım gelir.
eğer haddin varsa buna karşı itiraz parmağını uzat. gör,
nasıl parmağın, bürhan kuvvetiyle kırılıp, senin gözüne
sokulacak.
ON İKİNCİ BÜRHAN
gel, ey bir parça aklı başına gelen birader! Bütün on
bir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceğim.
İşte, bak: Yukarıdan inen ve herkes ona hayretinden
veyahut hürmetinden kemal-i dikkatle bakan şu nuranî
AsA-yı MûsA
o
n
B
iRinci
H
üccet
-
i
i
ManiYe
| 399 |
22. sÖZÜn BirinCi makamI
mu’cize:
Allah tarafından yapılan,
insanların benzerini yapmaktan
âciz kaldıkları iş ya da eser.
muhteşem:
yüce, büyük.
namazı edaen kılmak:
namazı za-
manında kılmak.
nişan:
bir şeyi belirten işaret.
nur:
ışık, aydınlık.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
şark:
doğu.
taht-ı tasdik:
onay altında.
tasdik:
doğrulama.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tekzip:
yalanlama.
vecih:
yön.
vücut:
varlık.
zat:
şahıs, kişi.
zat-ı mu’ciznüma:
mu’cize göste-
ren zat.
zikretmek:
anlatmak; yeri geldi-
ğinde bir şeyi söylemek.
arz:
dünya.
bahsetmek:
anlatmak.
binaen:
dayanarak.
birader:
kardeş.
bürhan:
delil.
cemaat:
topluluk.
elçi:
aracı, peygamber.
emin:
inanılır, güvenilir.
evamir:
emirler, buyruklar.
evsaf:
nitelikler, özellikler.
haddin varsa:
gücün yetiyor-
sa, yapabiliyorsan.
hakikat:
gerçek, doğru.
haşiye:
açıklayıcı not, dipnot.
hazine-i hassa:
özel hazine.
hilâf:
yalan.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe aykırı.
hile:
aldatma.
hürmet:
saygı.
İmam-ı Ali:
bkz Şahıs Bilgileri,
Ali (r.a).
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me.
itiraz:
karşı çıkma.
kabil:
mümkün.
kemal-i dikkat:
tam bir dik-
kat.
lâzım gelmek:
gerekmek.
mahsus:
özel.
memleket:
ülke.
HaşİYe:
Büyük bir nur lâmbası, güneştir ki, arzın şarktan geri dönme-
siyle yeniden güneşin görünmesi; kucağında peygamberin (
AsM
) yat-
masıyla ikindi namazını kılmayan İmam Ali (
rA
), o mu’cizeye binaen
ikindi namazını edaen kılmış.