nur topuzunu ehl-i küfür ve münkirlerin başına vurup,
“Ya aklını başından çıkar at, hayvan ol, yahut da aklını
başına alarak insan ol!” diyor.
İlim bir nur olduğuna göre, risale-i nur’un ilme olan
en derin vukufunu gösterecek bir-iki delile kısa işaret
ederiz.
Evvelâ:
Şunu hatırlamalıyız ki: risale-i nur, başka
kitapları değil, yalnız kur’ân-ı kerîm’i üstat olarak tanı-
ması ve ona hizmet etmesi itibarıyla, makbuliyeti hakkın-
da bizim bu mevzuda söz söylememize hacet bırakmıyor.
Biz, ancak ilim erbabı nazarında risale-i nur’un değeri-
ni belirtmek için deriz ki:
risale-i nur, şimdiye kadar hiçbir ilim adamının tam
bir vuzuhla ispat edemediği en muğlâk meseleleri gayet
kolay bir şekilde, en basit avam tabakasından tut, tâ en
yüksek havas tabakasına kadar herkesin istidadı nispe-
tinde anlayabileceği bir tarzda, şüphesiz tam ikna edici
bir şekilde izah ve ispat etmesidir. Bu hususiyet hemen
hemen hiçbir ilim adamının eserinde yoktur.
İkincisi:
Bütün nur eserleri kur’ân-ı kerîm’in bir kı-
sım ayetlerinin tefsiri olup, onun manevî parıltıları oldu-
ğunu her hususta göstermesidir.
Üçüncüsü:
İnsanların en derin ihtiyaçlarına kat’î de-
lil ve bürhanlarla ilmî mahiyette cevap vermesidir. Mese-
lâ, Allah’ın varlığı, ahiret ve sair iman rükünlerini, bir
AsA-yı MûsA | 409 |
i
Manî ve
G
üzel
M
ektuplaR
en son İlâhî kitap.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, haki-
kati, iç yüzü, bir şeyi tayin eden
aslî unsur, neden ibaret olduğu, ni-
telik.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mesele:
konu.
mevzu:
ele alınan, üzerinde duru-
lan husus, bahis, konu.
muğlâk:
anlaşılmaz, karışık, açık
olmayan.
münkir:
inkâr eden, kabul etme-
yen.
nazar:
göz atma, bakma, bakış.
nispet:
ilgi, alâka, bağ.
Nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık, zi-
ya, ışık, şule.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rükün:
bir şeye samimî olarak
meyletme, yönelme.
sair:
diğer, başka, gayri, öteki.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tarz:
usul, yol.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
üstat:
öğretici; muallim, öğret-
men, usta, sanatkâr.
vukuf:
anlama, bilme, haberli ol-
ma.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklığı.
ahiret:
öbür dünya, öteki dün-
ya, kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; kaba ve cahil
halk tabakası, ayak takımı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan
İlâhî söz.
bürhan:
delil, ispat, tanık, hüc-
cet.
delil:
kanıt.
erbap:
ehil, muktedir, becerik-
li, lâyık.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği, ortaya koyduğu
mahsul.
Evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
hacet:
ihtiyaç duyma, zaruret.
havas:
ilerlemiş, ileri kimseler,
önde gelenler, üst tabaka, seç-
kinler, zenginler sınıfı.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma, o iş için
gayret gösterme, çabalama.
ikna:
razı etme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğ-
ruyu delillerle gösterme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
itibar:
değer.
izah:
açıkça ortaya koyma,
açıklama yapma, bir konuyu
ayrıntılarıyla ortaya koyma,
eksiksiz anlatma.
kat’î:
kesin.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indirilen