tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münaka-
şa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve iman
ise, dost olsunlar. “Biz size ilişmiyoruz; siz de bize ilişme-
yiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz” deyip, yatıştırsınlar.
Saniyen:
Mübareklerin pehlivanı, hem Abdurrahman,
hem lütfi, hem büyük Hafız Ali manalarını taşıyan bü-
yük ruhlu küçük Ali kardeşimiz bir sual soruyor. Hâlbuki
o sualin cevabı risale-i nur’da yüz yerde var. “risale-i
nur’un erkân-ı imaniye hakkında bu derece kesretli tah-
şidatı nedendir? ‘Bir âmî mü’minin imanı, büyük bir
velînin imanı gibidir’ diye, eski hocalar bize ders vermiş-
ler?” diyor.
Elcevap:
Başta matbu
Ayetü’l-Kübra
, hem Yirmi seki-
zinci Mektubun üçüncü Meselesinin İkinci noktasında
meratib-i imaniye bahislerinde, ahire yakın Müceddid-i
elf-i sani İmam-ı rabbanî beyanı ve hükmü ki: “Bütün
tarikatlerin müntehası ve en büyük maksatları hakaik-ı
imaniyenin inkişafıdır. Ve bir mesele-i imaniyenin
kat’iyetle vuzuhu, binler kerametlerden ve keşfiyattan
daha iyidir.” Ve
Ayetü’l-Kübra
’nın en ahirki ve
Lâhi-
ka
’dan alınan o mektubun parçası ve tamamının beya-
natı cevap olduğu gibi,
Meyve Risalesi’
nin tekrarat-ı
kur’âniye hakkında onuncu Meselesi, tevhid ve iman
rükünleri hakkında tekraratı ve kesretli tahşidat-ı
kur’âniyenin hikmeti, aynen, tamamen onun hakikî tef-
siri olan risale-i nur’da cereyan etmesi de cevaptır.
AsA-yı MûsA | 405 |
i
Manî ve
G
üzel
M
ektuplaR
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
Mesele:
konu.
mesele-i imaniye:
imanî mesele,
imanla ilgili mesele.
Mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
Müceddid-i Elf-i sânî:
ikinci bin yı-
lının müceddidi, yenileyicisi olan
İmam-ı Rabbanî (ra). (bkz. İmam-ı
Rabbanî.).
münakaşa:
bir mesele üzerinde
farklı fikirler söyleyerak yapılan
tartışma, atışma, karşılıklı sözle çe-
kişme.
münteha:
bir şeyin ulaşabildiği
son yer, nihayet, son, en son, uç.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rükün:
bir şeye samimî olarak
meyletme, yönelme.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
sual:
soru.
taarruz:
bir şeyin ve kimsenin
üzerine şiddetle saldırma.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
tahşidat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
tahşidatı, Kur’ân’da ısrarla üzerin-
de durulan hakikatler.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu, seyir
ü sülûk sırasında tutulan yol.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tekrarat:
tekrarlar.
tekrarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
tekrarlamaları, Kur’ân’da tekrarla-
nan ibare, mevzu ve ayetler.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, Allah’ın varlığını, birliğini, den-
gi ve ortağı bulunmadığını kabul
etme.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklığı.
ahir:
son, sonraki, en sonra.
âmî:
alim olmayan, sıradan.
bahis:
konu.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
beyanat:
bir konuda yapılan
genel açıklamalar, bildiriler.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
derece:
değer, miktar.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, İslâm dinini kabul
edenler.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek, sahici.
hikmet:
gaye, amaç.
hüküm:
karar.
ihtiyat:
sakınma, tedbirli, te-
darikli bulunma.
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme, açığa çıkma, meyda-
na çıkma.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
keramet:
Allah’ın velî kulların-
da görülen olağanüstü hâller
veya tabiatüstü hâdiseler.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
keşfiyat:
evliyanın, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterdikleri
gaypla ilgili sırlar, manevî sır-
lar, keşifler.
Lâhika:
ek, ilâve, zeyil, sonra-
dan ilâve edilen, eklenen.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.