Asâ-yı Mûsa - page 432

Bakınız, üstad, Mektubat ünvanını taşıyan şaheserin
İkinci Mektubunda, bu mühim noktayı altı vecihle ne ka-
dar asil bir iman ve irfan şuuru ile izah eder:
Birincisi:
ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer et-
mekle itham ediyorlar. ‘İlmi ve dini kendilerine medar-ı
maişet yapıyorlar’ deyip, insafsızcasına onlara hücum
ediyorlar. Binaenaleyh, bunları fiilen tekzip lâzımdır.
İkincisi:
neşr-i hak için enbiyaya ittiba etmekle mü-
kellefiz. kur’ân-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler
(1)
@ $G n
¤n
Y s
’p
G n
ip
ôr
Ln
G r
¿p
G @ $G n
¤n
Y s
’p
G n
ip
ôr
Ln
G r
¿p
G
diyerek, insanlardan istiğna göstermişlerdir.”
İşte, risale-i nur külliyatının mazhar olduğu İlâhî fütu-
hat, hep bu enbiya mesleğinde sebat kahramanlığının
şaheser misali ve harikulâde neticesidir. Ve bu sayede
üstad, izzet-i ilmiyesini cihan-kıymet bir elmas gibi mu-
hafaza eylemiştir.
Artık herkesin, uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, ser-
vet ve daha nice bin şahsî ve maddî menfaatlerle asla
alâkası olmayan bir insan, nasıl olur da gönüller fatihi ol-
maz? İmânlı gönüller, nasıl onun feyiz ve nuruyla dol-
maz?
İ
KTİsATÇıLığı
İktisat, bundan evvel bahsettiğimiz istiğnanın tefsir ve
izahından başka bir şey değildir. zaten iktisat sarayına
girebilmek için, evvelâ istiğna denilen kapıdan girmek
alâka:
ilgi, ilişki. Bağ.
asil:
yüksek duygularla yapılan
davranış.
asla:
hiç bir vakit, olması imkânsız.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
Ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
esir:
düşkün, vurgun.
evvel:
önce, ilk.
evvelâ:
birinci olarak, ilk once.
fatih:
fetheden, açan.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
fiilen:
fiille, davranış ve hareketle.
fütuhat:
zaferler, fetihler, galibi-
yetler.
hak:
bir kimseye ait olan şey, ala-
cak; iş, emek, zahmet karşılığı,
pay.
harikulâde:
fevkalâde, eşi ve ben-
zeri olmayan, görülmedik derece-
de, olağanüstü.
hücum:
saldırma.
iktisat:
tutum, tasarruf, uygun ha-
reket, orta yolda olma.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
İmân:
inanma, itikat.
insaf:
hakkı kabul edip söyleme.
irfan:
bilme, biliş, anlayış, vukuf.
istiğna:
var olanla yetinme, aza
kanaat etme, tokgözlülük.
itham:
töhmetlendirme, suçlu
görme.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat et-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
külliyat:
bir yazarın basılmış eser-
lerinin tamamı.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medar-ı maişet:
geçim kaynağı,
geçim sebebi, geçim vasıtası.
Mektubat:
Risale-i Nur Külliyatının
dört büyük kitabından birinin adı.
menfaat:
fayda.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
misal:
benzer, örnek.
muhafaza:
koruma.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükellef:
vazifeli, görevli, sorum-
lu.
neşretme:
dağıtma, yayma, saç-
ma.
Neşr-i hak:
hakkın neşri, haki-
kat, doğruyu yayma, neşret-
me.
netice:
sonuç.
nokta:
yön, cihet.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
rütbe:
sıra, derece, mertebe,
paye.
saray:
büyük konak, kasır.
sebat:
sabit durma.
servet:
zenginlik, varlık, mal,
mülk.
şaheser:
değeri üstün olan,
üstün vasıflı.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şuur:
bir şeyin inceliklerini iyi-
ce idrak etme, anlayış.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tekzip:
yalanlama, yalan oldu-
ğunu söyleme.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vasıta-i cer:
cer vasıtası, bir
şeyi herhangi bir menfaate va-
sıta yapma, alet etme.
vecih:
cihet, yön.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 432 | AsA-yı MûsA
1.
Benim mükafatımı ancak Allah verir. • Benim mükafatımı ancak Allah verir. (Yunus Suresi:
72; Hud Suresi: 29, v.d.)
1...,422,423,424,425,426,427,428,429,430,431 433,434,435,436,437,438,439,440,441,442,...570
Powered by FlippingBook