ve kemalâtından bahsetmek, insana bam başka bir zevk
ve İlâhî bir haz veriyor. Bunun için sözü uzatmaktan ken-
dimi alamıyorum.
üstad, risale-i nur külliyatında dinî, içtimaî, ahlâkî,
edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara
temas etmiş ve hepsinde de harikulâde bir surette mu-
vaffak olmuştur.
İşin asıl hayret veren noktası, birçok ulemanın tehlike-
li yollara saptıkları en çetin mevzuları gayet açık bir şe-
kilde ve en kat’î bir surette hallettiği gibi, en girdaplı de-
rinliklerden, ehl-i sünnet ve Cemaatin tuttuğu nurlu yo-
lu takip ederek sahil-i selâmete çıkmış ve eserlerini oku-
yanları da öylece çıkarmıştır.
Bu sebeple, risale-i nur külliyatını aziz milletimizin
her tabakasına kemal-i emniyet ve samimiyetle takdim
etmekle şeref duyuyoruz. nur risaleleri, kur’ân-ı ke-
rîm’in nur deryasından alınan berrak katreler ve hidayet
güneşinden süzülen billûr huzmelerdir. Binaenaleyh, her
Müslümana düşen en mukaddes vazife, imanı kurtaracak
olan bu nurlu eserlerin yayılmasına çalışmaktır. zira, ta-
rihte pek çok defalar görülmüştür ki, bir eser nice fertle-
rin, ailelerin, cemiyetlerin ve sayısız insan kitlelerinin hi-
dayet ve saadetine sebep olmuştur. Ah, ne bahtiyardır o
insan ki, bir mü’min kardeşinin imanının kurtulmasına
sebep olur!
AsA-yı MûsA | 437 |
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
Hakka dair.
iman:
inanma, itikat.
imanı:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
katre:
damla.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
kemal-i emniyet:
tam bir emni-
yet.
kitle:
insan topluluğu.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz. Mu-
hammed’e vahiyle indirilen en son
İlâhî kitap.
külliyat:
bir yazarın basılmış eser-
lerinin tamamı.
mevzu:
ele alınan, üzerinde duru-
lan husus, bahis, konu.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek, ayıp ve noksanlardan kurtul-
muş, kutsal, aziz, temiz.
muvaffak:
başaran, başarmış, ba-
şarılı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mü’min:
iman eden, inanan.
Müslüman:
İslâm dinine girmiş, İs-
lâm dininden olan, mü’min, Müs-
lim.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
Risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet:
mutluluk.
sahil-i selâmet:
iyi netice elde
edilen yer.
samimiyet:
içten ve kalpten olan
sevgi ve bağlılık.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şeref:
onur, haysiyet.
tabaka:
kat, katman.
takdim:
arz etme, sunma.
takip:
bir yol tutup gitme.
tasavvufî:
tasavvufa ait, tasavvuf-
la ilgili.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vazife:
görev.
zevk:
lezzet, haz.
aziz:
muhterem, saygın.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mes’ut,
mutlu.
berrak:
nurlu, pek parlak, du-
ru, açık.
billûr:
cam gibi parlayan, şef-
faf, saydam, beyaz cam.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden cemaat.
derya:
deniz, bahr.
edebî:
edebiyatla ilgili, edebi-
yata ait.
Ehl-i sünnet ve Cemaat:
Hz.
Peygamber ile ashâb-ı kirâ-
mın, dinin temel konularında
takip ettikleri yolu benimse-
yenler, amel ve inançta Hz.
Muhammed ve ashabına
uyanlar.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği, ortaya koyduğu
mahsul.
felsefî:
felsefeye mensup, fel-
sefe ile ilgili.
fert:
birey, kişi, şahıs.
gaye:
maksat, hedef.
girdap:
çok tehlikeli, içinden
çıkılması zor hâl.
harikulâde:
fevkalâde, eşi ve
benzeri olmayan, görülmedik
derecede, olağanüstü.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
haz:
mutluluk.
hidayet:
doğru olan, hak olan.
hukukî:
hukuka ait, hukukla
ilgili, hukuk işleriyle alâkalı.
huzme:
demet, deste.
içtimaî:
topluluğa ait, toplu-
lukla ilgili.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı