bir dairedir. tarikatten düşen şeriata düşer, fakat –ma-
azallah– şeriattan düşen ebedî hüsranda kalır.”
Bu büyük zatın beyanatına göre, Bediüzzaman’ın aç-
tığı nur yolu ile, hakikî ve şaibesiz tasavvuf arasında cev-
herî hiçbir ihtilâf yoktur. Her ikisi de rıza-i Bâri’ye ve bin-
netice cennet-i âlâya ve didar-ı Mevlâya götüren yollar-
dır.
Binaenaleyh, bu asil gayeyi istihdaf eden herhangi mu-
tasavvıf bir kardeşimizin risale-i nur külliyatını seve seve
okumasına hiçbir mâni kalmadığı gibi, bilakis risale-i nur,
tasavvuftaki murakabe dairesini kur’ân-ı kerîm yolu ile
genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir
virt olarak ilâve etmiştir.
evet, insanın gözüne gönlüne bam başka ufuklar açan
bu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakabesi ile
meşgul olan bir salik, kalbi ve bütün letaifi ile birlikte,
zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet ve ihti-
şamı ile seyir ve temaşa, murakabe ve müşahede ede-
rek, Cenab-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde tecelli
etmekte olan esma-i Hüsnasını, sıfât-ı ulyasını kemal-i
vecd ile görerek, artık sonsuz bir mabette olduğunu ay-
nelyakin, ilmelyakin ve hakkalyakin derecesinde hisse-
der. Çünkü, içine girdiği mabet öyle ulu bir mabettir ki,
milyarlara sığmayan cemaatin hepsi aşk ve şevk, huşû ve
istiğraklar içinde Hâlıkını zikrediyor. Yanık, tatlı ve güzel
lisanları, şive, name, ahenk ve besteleri ile bir ağızdan
ahenk:
uygunluk, düzen.
âlem:
bütün yaratılmışlar.
asil:
yüksek duygularla yapılan
davranış.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, muhab-
bet, gönül verme, candan sevme,
alâka, iptilâ.
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
azamet:
büyüklük, ululuk, yücelik.
beyanat:
bir konuda yapılan genel
açıklamalar, bildiriler.
bilakis:
aksine, tersine, tam tersi,
tersine olarak.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, buna binaen.
binnetice:
netice olarak.
cemaat:
topluluk, bir yere toplan-
mış insanlar, takım, bölük.
Cennet-i a’lâ:
Cennet katlarının en
yükseği, sekizinci Cennet, Cennet-i
Vesile.
cevherî:
cevhere, değerli taş veya
inciye ait olan, bunlarla yapılmış
veya işlenmiş bulunan.
didar-ı Mevlâ:
Cenab-ı Allah’ın
Cennetliklere cemalini göstermesi,
görünmesi.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
hakikî:
gerçek, sahici.
hakkalyakin:
kulun kendi varlı-
ğından geçerek sırf Allah’ı müşa-
hede etmesi, bütün varlığında onu
yaşaması hâli.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
huşû:
alçak gönüllülük, aşağıdan
alma, tevazu.
hüsran:
zarar, ziyan, kayıp.
ihtilâf:
anlaşmazlık, bir konuda
farklı görüş ve düşünüş.
ihtişam:
debdebe, şanlı görünüş,
büyük gösteriş.
ilmelyakin:
yakin ile bilme, bir şe-
yi ilim ve delil ile kesin olarak bil-
me, tanıma, kabul etme.
istiğrak:
gark olma, dalma, bir şe-
yin içine gömülme.
istihdaf:
erişilmek istenilen netice
ve gaye.
letaif:
duygular, hisler.
maazallah:
Allah korusun, Allah
esirgesin, Allah muhafaza etsin.
mabet:
ibadet edilen yer; mescit,
cami gibi ibadet yeri.
murakabe:
bakma, gözetme, göz
altında bulundurma.
mutasavvıf:
vuslata ermek için
tasavvuf yoluna giren ve bu yolun
edeplerine, rükünlerine ve usulle-
rine samimiyetle uymaya çalışan.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyrederek anlama, sey-
retme.
name:
mektup.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık,
ziya, ışık, şule.
rıza-yı Bâri:
Allah’ın hoşnut ol-
ması, rızası.
salik:
bir tarikate girmiş bulu-
nan, bir tarikate girip hidayet
yolunu takip eden, mürit.
sıfat-ı ulya:
çok yüce vasıflar,
yüce sıfatlar.
şaibe:
kusur, noksan, eksiklik.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şive:
tarz, tavır, üslûp.
Tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk sırasında
tutulan yol.
tasavvuf:
mutasavvıfların ilmi,
Allah’a ulaşma bilgisi ve yakla-
şımı.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tefekkür:
yaratılan eserlere
bakıp, onlardaki sanatları, hik-
metleri ve gayeleri görerek
yaratıcıyı hatırlama.
temaşa:
bakma, bakıp seyret-
me.
virt:
belli zamanlarda okun-
ması manevî bir vazife olarak
kabul edilen Kur’ân cüzleri.
zerre:
maddenin en küçük
parçası, molekül, atom.
zikir:
anma, anılma, adını an-
ma, hatıra getirme.
t
aRiHçe
-
i
H
aYat
ö
n
s
özü
| 440 | AsA-yı MûsA