16 Nisan 2013, Salı
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinden Cenâb-ı Hak, ebeden razı olsun. Onun; hem milletimizi, hem bütün Müslümanları, hem de bütün insanlığı saadete, selâmete götüren görüş ve düşünceleri olmasa, pusulasız gemi gibi, başıboş bir şekilde hareket ederdik herhalde.
Elhamdülillah bizler her meselede onun ortaya koyduğu ölçülerle hareket ettiğimiz için çok rahatız. Milletimiz, âlem-i İslâm ve insaniyet de bu ölçü ve prensiplerden haberdar olup, ona göre hayatlarını tanzim etseler, işte o zaman gerçek selâmete, saadete ve huzura kavuşacaklar inşaallah.
Çünkü Üstadımızın beyanları ve ifadeleri, Kur’ân ve Sünnet’e dayanıyor. Onun için de, şaşmaz ve şaşırtmaz rehberimiz olan Kur’ân ve Sünnet’ten alınan ilhamla takdim edilen her bir mesele, hastalıkların kesin dermanı oluyor. Evet, onun birçok meseledeki güzel ve şahane sözlerinin kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir.
Son birkaç asırdır başta Avrupa dessasları olmak üzere, ortaya atılan menfî ırkçılık illeti, maalesef zamanla bütün dünyayı sarmış, Asya münafıklarının da dâhil olmasıyla iş çığırından çıkmış, dünyada huzur ve saadet kalmamıştır. Bizde, Osmanlı zamanında ırkî ayrılıklar pek revaçta değilken, Cumhuriyetten sonra hızlanan ırkçılık ayrımcılığı, bir asırdır milleti tedirgin ve huzursuz ediyor. Hâlbuki yegâne milliyetimizi İslâmiyet bilsek, hiçbir farklılık ve ihtilaf olmaz. Ama yerli-yabancı fitne odakları buna razı olmuyor. Kendi hasis menfaatleri için ortalığı devamlı karıştırmışlar ve karıştırmaya devam ediyorlar.
Burada tabiî, en çok fitneyi de Türk milleti üzerinden devreye sokmak istiyorlar. İslâm’ın asırlardır kahraman bir bayraktarı olan ve başka bir millete verilmemiş bir özelliğe sahip olan Türk milleti üzerinden...
Evet, Cenab-ı Hak, gerçekten bu millete has bir özellik bahşetmiştir. İşte bu özelliği Üstadımız, 26. Mektub’un 3. Mebhasında çok güzel bir şekilde îzah etmiştir. Üstad orada Türk milletini kastederek şöyle söylüyor:
”İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîm’in bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz. ‘Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler.’ (Mâide Sûresi, 54) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.”
“Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli [Müslüman milletler arasında en çok] olduğu hâlde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir [ayrılmamıştır]. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Hâlbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.”
“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş [karışmış, kaynaşmış]; ondan kàbil-i tefrik değil [ayrılması mümkün değil]. Tefrik etsen, mahvsın [ayırsan mahvolursun]. Bütün senin mazideki mefâhirin [övünç kaynağın] İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği hâlde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme!“
Gerçekten de, Türk ile Müslüman kelimeleri o kadar birbirinin içine geçmiş ki; Türk kelimesi, hep Müslüman olarak anlaşılmıştır. Nitekim geçtiğimiz senelerde, Güney Avrupa memleketlerinden birine giden kızım, orada Müslüman bir Makedonyalı ile tanışmış. Adam, kızımın Türk olduğunu anlayınca, “Biz de Türküz” demiş. Gelince bana sordu. Ben de “Oralarda Osmanlı yıllarca hükmettiğinden, Müslüman olarak da genellikle Türkleri karşılarında gördüklerinden, Türk ile Müslüman kelimelerini imtizaç ettirmişler. Yoksa milliyet olarak o adam Makedonyalı, ama Müslüman olduğundan, işte öyle ifade ediyor” dedim.
Mısır’da bulunduğumuz zaman, Ayn Şems Üniversitesi Türkoloji Başkanı Prof. Safsafi Hoca ile bir sohbetimiz olmuştu. Türkiye’de doktora çalışmasını yapan ve iyi bir Türk dostu olan bu hoca ile birçok şeyi konuştuk. Daha sonra bunun bazı kısımlarını gazetemizde, bir röportaj hâlinde neşrettik. Mevzu, Türkiye’ye, Türklere gelince, ben kendisine Üstadımızdan öğrendiğimiz yukarıdaki ifadeleri anlattım. “Hocam, aslında ben size bir şey söyleyeyim mi, Bediüzzaman Hazretlerinin bu mevzuuda çok güzel tespitleri vardır. Bakınız şimdi, Mısır Arap olmasına rağmen, iki dinin mensupları bulunmaktadır (Müslüman-Hıristiyan). Yani İslâmiyet Arap milletine gelmesine rağmen, Araplarda hem Hıristiyan, hem de Müslüman vardır. Bu, başka Müslüman milletlerde de vardır. Yani aynı millette, aynı ırkta, iki veya daha fazla din bulunabilmektedir. Ama Türk’lere gelince iş değişiyor. Cenab-ı Hakk’ın bir hikmetidir ki, nerede Türk varsa Müslümandır. Eğer Türk’ler İslâmiyeti bıraksa, onların Türklüğü de kayboluyor. Macarlar gibi.” deyince, hoca çok şaşırdı ve bizi tasdik etti. Röportajın içinde de ifade ettiği, bu mevzu ile alâkalı cümlesini gazetedeki röportajımızda “Türkleri iyi Müslüman oldukları için severim!” başlığı ile neşretmiştik. Evet, Türkler Müslümansa Türk’tür; Müslüman değilse Türklükleri de gitmiştir. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın bir hikmetidir.
Onun için, Müslüman olan bu milleti, asırlardır İslâm’ın bayraktarı, cengâver ordusu ve Hz. Peygamber’in (asm) medhine mazhar olan bu milleti, Üstadımız—Kur’ân’a hizmetleri hesabına—çok senakâr ifadelerle övmektedir. Rabbimizden niyazımız odur ki, asırlardır iç içe yaşayan ve birbirinden kız alıp vermiş olan bu iki kahraman milletin (Türk ve Kürt) içerisine fitne ve fesadı sokmasın. Girmiş olan o ayrılığı da kaldırsın inşâallah!
Okunma Sayısı: 7957
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.