Olmaz.
Hutbelerle alâkalı geçmişte birkaç makale yazdık. En son da hatırlarsanız, bu ayın ilk gününde hutbenin en sonunda okunan, Nahl Sûresi’nin 90. âyetinin meâli verilirken yapılan yanlışı anlatmıştık.
Bir defa, hutbenin aslı Arapçanın dışında bir lisanla okunmaması lâzımdır. Bunu bilen selef-i sâlihinden, (İslâmın ilk zamanlarının büyük zatları) mübarek zâtlar, İslâmı neşretmek, yaymak için gittiği Asya ve Afrika’da bid’at (dine sonradan sokulan) olmaması için hutbeyi hep aslî lisânından, yâni Arapça olarak okutmuşlardır. Hâlbuki o milletlerin hiçbiri de, o zaman tam olarak Arapça’yı bilmiyordu. Bu mevzuuda İbn-i Abidin Hazretleri’nin, “Hutbeyi, Arabî’den başka lisân ile okumak, başka lisân ile iftitah (namaza başlama ) tekbiri almak gibi, tahrimen (harama yakın) mekruhtur (hoş görülmeyen şey) ” buyurduğu rivâyet edilir. Osmanlı âlîmleri de, bu sebebten, hutbelerin Türkçe okunmasına cevaz vermemişlerdir (câiz görmemişlerdir). Onun yerine, Cum’a namazından evvel, vaaz ihdâs edilerek, Türkçe olarak hutbedeki mevzuu anlatılmıştır. Zaten, hac için Suudi Arabistan’a, başka vesilelerle de diğer Müslüman Arap devletlerine gidenler görmüştür ki, oralarda bizdeki gibi Cum’a namazından önce vaaz verilmez. Bizde verilmesinin en büyük hikmeti de yukarıda söylediğimiz gibi, hutbenin esas, orijinal hâli bozulmasın diye, hutbede anlatılacaklar Türkçe olarak, kürsîde (vaaz verilen yer) vaîz efendi söyler.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de, bir kaç yerde bununla alâkalı görüşler beyan etmiştir. Bunlardan biri de, Mesnevî-i Nuriye adlı eserindedir. Orada şöyle söylüyor: “...bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar (güzel görüyorlar) ki, halkın bilhassa siyasî ahvâlden (hâllerden, vaziyetlerden) haberleri olsun. Hâlbuki bu gibi ahvâl-i siyâsîye (siyasî haller, hadiseler) yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî (uzak) değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin (Allah’ın hükümlerinin, emirlerinin) tebliği (açıklanması) için ittihaz edilmiş (kabul edilmiş) bir makamdır…”
Vaziyet, böyle iken ve hakikatte de, hutbelerin okunuş tarzı, yukarıda bahsettiğimiz gibi olmasına rağmen, bu dayatmalar neyin nesidir acaba? Hutbelere, “Türkçe” olacak diye atılan eller, hep dayatma ve zorbalık dönemlerinde ya inkılâplarla veya ihtilâllerle yapılmıştır. (Bunu söylerken, yanlış anlaşılmasın, ana lisânımız olan “ Türkçe” ye, bir kasdımız yok. Bizim itirazımız, ibadetlere yapılan tasalluttur, bulaşmadır.) Hani, “Kur’ân’ı tercüme edelim tâ, ne mal olduğu anlaşılsın” (haşâ) sözünü söyleyen var ya, işte iş oradan kaynaklanıyor. Tabiî, sadece Kur’ân değil, ezan, hutbe vesaireye de el atmışlar. Hani şairin dediği gibi, “Dinime dâhleden, bari müselman ( Müslüman) olsa.” Yahu, sizin dinle, ibadetle ne alâkanız var? Bari bizim işimize, ibadetimize, taatimize, zikrimize karışmayın.”
Bir de hani azgın azınlık var ya, dinle, diyanetle alâkası olmayanlar. Onların velvele ve tahrikleriyle Diyanet’e tahakküm edip, dinî hususiyeti olmayanların zorla, camilerde, hutbelerde isminin zikredilmesini istemeleri bu da başka bir aymazlık.
Son zamanlarda hutbelere, 28 Şubat döneminin bir eseri olarak ilâve edilen, Türkçe yapılan duâlar olmuştur. Hani, “Allah’ım devletimizi, milletimizi koru…” diye başlayan duâ ki, bu da bid’attır. 28 Şubat dönemi dayatması olan ve cemaate de el açtırılıp yaptırılan duâ, aslında bid’attır. Hatta bid’attan da öte, mekruh olduğunu söyleyenler vardır ki, bunların görüşleri de şöyledir: Hutbe okunurken cemaatin konuşması, tesbih çekmesi, aksırıp da ‘elhamdülillah’ diyene ‘yerhamukâllah’ demek, hatta selâm verene karşılık vermek dahi mekruhtur. Yine hutbe okunurken Hz. Peygamber’e (asm) salâvat getirmek ve duâya âmin demek de mekruhtur. Bir de Hz. Peygamber (asm) hutbeyi şiir okur gibi okumaya lânet etmiştir.
Bir zaman, bulunduğum bir yerde bir hoca efendinin, bu 28 Şubat hutbelerindeki duânın peşinden, “Allah’ım ezanımızı dindirtme / Bayrağımızı indirtme” diye kendi yazdığı şiiri okuması bana çok garip gelmişti. Ve bunu sonradan bazı yerlerde de duymuştum.
Yukarıda bahsettiğimiz bu 28 Şubat’ın dayatması olan “devletimizi, ordumuzu koru… ilâ âhir..” gibi yapılan duâlar da mekruhtur. Zaten despot ve dayatmacı zihniyetin yaptırdığı bu duâ, o zaman, ordunun idaresini elinde bulunduranlar hem millete o kadar zulmü yapıyor hem de duâ ettiriyordular. Haydi, bunlar o baskı dönemlerinde zorla yaptırıldı, ama şimdi hâlâ devam etmesinin hikmetini anlamıyoruz. Neden bu 28 Şubat dayatması duâlar, hutbelerde hâlâ yapılır ve Müslüman da bilmeyerek günaha sokulur?
Gerek hutbe olsun, gerekse başka ibadetlerde olsun, Hakkın hatırını gözeterek, her şeyin, kendi esasında icra edilmesi lâzımdır.
VEFAT: Balıkesir'de bulunduğum zaman görüştüğümüz, Üstad Hazretlerini gören, son şahidlerden, Balıkesir'li, emekli astsubay, İsmet Özdikililer'in vefat haberini aldım, Allah rahmet eylesin.