Hacamat, Peygamberimizin (asm) uygulayıp insanlara tavsiye ettiği bir sünnettir. Bu konuda kitaplarda çok sayıda hadisler vardır.
Birinde mana olarak: “Mi’raca çıktığım vakit her karşılaştığım melekler topluluğu bana şöyle dediler: Ey Muhammed! Hacamatı ümmetine tavsiye et.”
Akciğerimiz kanımızı temizler, kalp bu kanı pompalar ve böbrekler kanı süzer, temizler. Vücuttaki kanın asıl görevi, besinleri ve oksijeni hücrelere ulaştırmak, kirlenen kanı da, kalp ve akciğere temizlenmek için getirmektir. Bu esnada, çok çeşitli zehirli ve hastalıklara sebep olan toksinler vücutta oluşur. Toksinler genelde ya dışarıdan aldığımız besinlerle oluşur veya yanlış beslenmeden dolayı vücutta oluşan zehirli maddelerdir. Bu maddeler, vücudumuzun çöp kutusu dediğimiz kirli kan merkezlerinde toplanır. İşte hastalıklara sebep olan bu kanın vakumla alınmasına “hacamat yaptırmak” denir. Vücut, bu kirli kanı kalp, beyin, böbrek ve karaciğer gibi önemli organlarımızdan uzak mesafelerde depolar, aksi halde bu organlarımız çok zarar görebilir.
Hacamat, genelde her zaman yapılmakla birlikte, Hicrî ayların 17, 19 ve 21’inci günlerinde yapılması daha uygundur. Hamile kadınların, ağır hastalar ve çok yaşlıların yaptırması uygun değildir.
Sülük ile vücuttan kirli kan alındığı zaman, vücut güç ve zindelik kazanır. Sülük, temiz kanı emmez, kirli kan olan bu bölgelere tutunarak emer, bu esnada kanın içine enjekte ettiği bir sıvı ile kanı sulandırır. Trombositler (pıhtılaşma yapan kan pulcukları) sülüklerin açtığı bu delikleri, belli bir süre kapayamıyor. Eğer elinizde bir kesik oluşsa, kan pulcukları bu kesiği hemen kapatır. Sülük, kirli kanın bir kısmını emer gerisini de sulandırır, sulanan bu kan, dolaşıma katılarak böbreklerde kolayca süzülebilir. Hacamat daha geniş ve kapsamlı yapılır, sülük ile alınan kirli kan ise, çok faydalı olmakla beraber daha azdır.
Hacamatın pek çok faydasının olduğu söyleniyor. Bunlardan bazıları baş, diş, göz, sinüzit, kanser, cilt, romatizma, mide, karaciğer, böbrek, bağırsak, tansiyon, prostat ve kalp gibi hastalıklara iyi geldiğidir. Hacamatla alınan kirli kanın, toksin ihtiva ettiğinden pıhtılaşmış koyu siyaha yakın bir rengi vardır.
Kanser, vücuttaki bazı terörist hücrelerin aşırı çoğalmaları ile tümör oluşumudur. Sinek-böcek nevinden küçük hayvancıkların çok yaygın olduğu eski dönemlerde kanser gibi hastalıklar pek yoktu. Bu küçük mahlûkların telef edilmesi ile kanser gibi pek çok hastalıkta artış görüldü.
Bediüzzaman “Acaba hararet zamanından vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık ve bazı mevadd-ı muzırrayı [zararlı maddeleri] hamil [taşıyan] evridede [toplardamarda] cereyan eden mülevves [kirli] kana musallat, belki [farsça manası ile muhakkak] memur olan sivrisinek ve pireler fıtrî haccamlar [kan alıcılar] olmasınlar mı? Muhtemel [niçin mümkün olmasın]…” (Lem’alar, İndeksli, s. 612) diyor.
“Nice hoşunuza gitmeyen şeyler vardır ki; o sizin için daha hayırlıdır. Bazen de bir şey seversiniz, o sizin için şerdir. Allah’ın ilmi sonsuz, sizinki ise sınırlıdır.” (Bakara Sûresi: 216) Her şey bizim malûmatımıza tabi değildir.
Allah ne dert vermişse muhakkak ki dermanını da vermiştir. Bir iki asır önce verem denince çaresi olmayan bir hastalık olarak biliniyordu, fakat bugün hastalıklar arasında en son sıralardadır. Şimdi ise kanser gibi hastalıklar çaresiz olarak biliniyor. Bilimin ilerlemesi sayesinde birçok hastalığın çaresi bulundu, buna karşılık sanayi ve teknolojinin ürettiği veya körüklediği birçok hastalık meydana çıktı.
Eskiden bit veya pire denilince insanlar bunlardan kurtulma çaresi arıyorlardı. Ne zaman ki ddt (‘Dikloro Difenil Trikloroethan’ isimli bir zehir) icad edildi, bunlardan kurtulduk dedik ve bunu bir medenîleşme olarak kabul ettik; insanların yardımına koşan bu hayvancıkları yok etmeyi medenîleşme olarak gördük!… Bu sefer de, bu hayvancıkların neslinin azalması ile kanser gibi hastalıklar aldı başını gitti ve ilmin bu kadar ilerlemesine rağmen bunların çaresi bulunamadı.
Allah insanlara uzun bir ömür verdi ve onu bazı şartlara bağladı, eğer bizler bu şartlara uyarsak izn-i İlâhî ile uzun bir ömür sürmemiz mümkündür. İnsanlar genelde Kur’ân ve Peygamberimizin (asm) sünnetini iyi uygulamadığından ömürleri kısa olmaktadır.
Sonuç: Yıllar evvel bilim adamlarının en iyi antibiyotikleri karasineklerden ürettiğini basından okumuştum. Belki ileride bilim adamları, sülüğün ürettiği bu kimyasal maddeyi, sülüklerden toplayıp tıp dünyasının kullanımına sunacak. Umulur ki bilim adamları, sinek, bit ve pireler gibi tabiî ve fıtrî haccamların ürettiği kimyasal maddeyi toplayıp, kanser gibi pek çok hastalığın önünü alırlar. Mikropları emip ortadan kaldıran sinekler gibi, bit ve pire gibi bu küçücük canlılar biz insanların emrine verilmiş yardımcılardır. Kemoterapi, ışın tedavisi gibi ağır ilâç tedavisi yerine bu sevimli tabiî haccamları kullansak, biraz kaşınsak, biraz rahatsızlık çeksek, diğer ilâçlardan daha ehven değil midir? Bediüzzaman bu konuyu 1935 yıllarında yazdı. Ama hemen neşretmemişti. Çünkü o zamanlar sinekler ‘mikrop taşıyan zararlı mahlûklar’ olarak biliniyordu. Onun, o dönemde umuma açıktan ‘Sinekler çok faydalıdır’ demesi etrafındaki çoğu insanın kaçması manasına gelebilirdi! Nasıl ki Peygamberimiz (asm), henüz bilimin bu kadar gelişmediği o dönemde farz-ı muhal ‘Bir damla suya bakarak milyonlarca canlıyı inceleyin, Allah’ın büyüklüğünü anlayın’ deseydi, belki de etrafındaki Sahabelerin bir kısmı dağılacaktı; aynı hikmete binaen Bediüzzaman da bu kadar ipucu verdi, gerisini akıllara havale etti.
Hayır, Allah’ın seçtiği; güzel ise O’nun emrettiği şeydir. Kötü ve çirkin ise Allah’ın yasakladıklarıdır. Bizler, aciz, zayıf ve cehaletimizden dolayı bazen hayrı şer, bazen da şerri hayır olarak görüyoruz. En kerih gördüğümüz şeylerde büyük hayırların yaratılması Allah’ın büyüklüğünün delillerindendir.