Sevgili Günlük;
Ramazan’ın son on gününe girildiğinde sevgili Peygamber’imiz (asm) dünyevî işlerden uzaklaşıp tenha bir yere çekilir, geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirdiği gibi ailesini de uyanık tutarmış. Bu sünnete “i‘tikâf” denirmiş. Akşam iftar sofrasında bu konuyu açtı dedem. Daha çok duâ ve ibadet etmemizi tavsiye etti.
Babam gülerek:
- Bu Ramazan’ın sadece son on gününde değil, tamamında i’tikâf oldu, dedi.
Allah’ın görünmeyen bir virüsüyle sadece Müslümanları değil, bütün insanları mecburî i’tikâfa soktuğunu söyledi.
- Sadece görevliler ve âcil işi olanlar dışarı çıkabiliyor. Allah onlara da yardım etsin, dedi.
Amin.
Dedem meselenin başka bir boyutuna dikkatimizi çekti:
- İnşallah bu musîbet, bu virüs bir an önce vazifesini yapıp gider. Ama asıl musîbet dine gelen musîbettir. Camiler kapandı, ezanlar sustu. Kâbe’miz bile ibadete kapatıldı, dedi gözleri nemlenerek.
Sonra Bediüzzaman Dede’nin şu sözlerini hatırlattı:
“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor.
Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi?
Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.”
Allahım! İmanımızı sıradağlar gibi kuvvetli ve çok eyle.
Amin.