Genç yaşta, 1963’te motor nöron hastalığına yakalanmış; iki sene yaşayabileceği söylenirken 2018 Mart’ında vefat etmiş olan Stephan Hawking’le ilk tanışmam “Zamanın Kısa Tarihi” adındaki kitabıyla olmuştu.
Hawking’de dikkatimi çeken şey, Carl Sagan’da olduğu gibi okuyucusuna neyi nasıl anlatması gerektiğini iyi bildiğiydi. Hawking’in, okuduğum her kitabında ve her makalesinde gözüme çarpan esas özelliği ise “Bilim Yasaları” dediği bir olguya bütün kalbiyle inandığıydı.
Tabiat Risalesinin başındaki ihtarda belirtilen “tabiiyyunun münkir kısmı”ndan olanlara, bilim yasalarına sarsılmaz şekilde inanan kişilerin de dâhil olduğunu düşünmekteyim. Hawking’i de rahatlıkla “Tabiiyyun”dan birisi olarak görebiliriz. Tabiatperestlik, son iki asırdır Auguste Comte’un çizdiği çerçeve ile Pozitivizm olarak arz-ı endam etmektedir. Pozitivizm, iki asırdan fazla bir süredir felsefe çevrelerinde inanılması gereken neredeyse yegâne inanç konumundadır. Pozitivizm, bilim dünyasında “Bilimcilik” olarak ortaya çıkmaktadır.
Pozitivizm ve Bilimcilik; teolojiden ve metafizikten arınmış şekilde, evreni sadece ve sadece maddi olarak tarif etmeye çalışan bir felsefedir. Karşı çıktığı şey “varlığın başlangıcının ve devamının bir yaratıcıya dayandırılması”dır.
Bilimcilik, evrenin ortaya çıkışını, gelişimini ve değişimini bilim yasalarının, başka bir tabirle tabiat kanunlarının belirlediğine inanmak demektir. Bu yönüyle Pozitivizm, Felsefi dinsizlik türlerinden olan ve üzerinde en çok tartışma yapılan Materyalist Felsefenin son iki asırda kendisini ifade şeklidir. Allah’ın İsim ve Sıfatlarının kâinatta ortaya çıkan yansımalarını Tabiat veya Bilim Yasaları olarak takdim etmek için şimdilerde pozitivizme inanmak ve onda ısrar etmek gereklidir.
Peki, pozitivizme inanmayı mümkün kılan nedir? Bediüzzaman bunu genel bir ifadeyle “Onlar mesleklerinin içyüzünü görememişler” şeklinde izah eder. Pozitivistler “Bilimsel faaliyette bulunmak” ile “Bilimsel faaliyetle elde edilenleri yorumlamak” arasındaki temel farkı gözden kaçırmakla mesleklerinin içyüzünü görememektedir. Bediüzzaman, bazı lise talebelerinin kendisine yönelttiği “Bize yaratıcımızdan bahset; öğretmenlerimiz bize ondan bahsetmiyorlar” sorusuna verdiği cevapla bu farka dikkat çeker: “Okuduğunuz her bir fen (bilim), kendi dilleriyle yaratıcıyı anlatıyorlar; öğretmenlerinizi değil fenleri dinleyin”. Bu yaklaşıma göre, mesela Hawking de pek çok tabiatperest bilim adamı gibi elde edilen bilimsel verileri kendi inancına göre –yani bilimcilik anlayışına göre- yorumlayan birisidir.
Peki, Hawking gibi bir bilim üstadı olan bir ‘öğretmen’in söylediklerini sorgulayabilmemiz mümkün olabilir mi? Onun gibi ileri düzey bir teorik fizikçiyle baş etmemiz ve onun fikirlerinin mahkûmu olmadan hakikati bulmamız mümkün müdür?
Nursi, bunun mümkün olduğunu Tabiat Risalesinde “varlığın var olmasının temel sebebi nedir?” sorusuna verilen üç farklı düşüncenin neden yanlış olduklarını izah ederek gösterir. Bediüzzaman’ın gösterdiği şekilde varoluşa dair Hawking’in bahsettiği ve savunduğu yaklaşımı eleştirebilmek ve onun değerlendirmelerini bir tartıya vurmak oldukça mümkün hale gelmektedir.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Kuantum fiziğini tartışacak düzeyde iyi bir teorisyenin hala tabiat kanunlarına ve bilim yasalarına inanması ve materyalizmde ısrar etmesi şaşılası bir durumdur. Zira 3 asırdır bilimsel araştırmalarla ve bunların materyalist felsefe çerçevesinde yorumlanmasıyla ortaya çıkan “bilim yasaları”nın kuantum fiziğinin araştırma alanı olan atomaltı evrende uygulanamaz hale geldiği anlaşılmıştır. Bu durum aşikâr iken materyalist felsefenin görüşünde ısrar etmek; bilimin ortaya koyduklarına inanmak değil, din haline getirilmiş bir bilim anlayışında körü körüne ısrar etmek demektir.