Kendisiyle birlikte çalışma ve mesai arkadaşlığı yapma şerefine eriştiğim, Cidde Radyosu Türkçe Servisi’nde beş yıl aynı çalışma odasını paylaştığım Bekir Berk’ten bu süre zarfında hayata dair çok şeyler öğrenip istifade etmişimdir.
“Hakkın hatırı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez” diye bilinen meşhur veciz ifadeyi cebinde taşıdığı kartvizitine bile yazdırıp her hâl û kârda hep hakkı terennüm eden, hep haklıdan yana olan, haksızlığa bütün benliği ve hissiyatıyla karşı çıkıp püsküren hakperest bir insandı Bekir Berk… İçinde yaşadığımız şu dünyada böyle hakperest insanlara ne kadar da çok muhtacız!
Kendisiyle birlikte çalışma ve mesai arkadaşlığı yapma şerefine eriştiğim, Cidde Radyosu Türkçe Servisi’nde beş yıl aynı çalışma odasını paylaştığım Bekir Berk’ten bu süre zarfında hayata dair çok şeyler öğrenip istifade etmişimdir.
Risale-i Nur davalarının unutulmaz ismi merhum Av. Bekir Berk Ağabey tek düze biri değil, çok yönlü bir insandı. Normal zamanlarda her arkadaş gibi beraber oturulan, gezilen, yenip içilen, arkadaşlık edilen bir fıtratta olan Bekir Berk, dava ve hakikat mevzu olunca birden ciddileşerek bu hususlarda asla laubaliliğe müsaade etmez, fırsat vermezdi. O tam manasıyla hem bir gönül insanı hem de ciddi bir dava adamıydı. Kendisi cismen ana vatandan epey uzaklarda olduğu halde, kalben ve ruhen hep Türkiye’deydi. Ülkesini düşünür ve bu vatanın hakta, hukukta, adalette ve her alanda daima en ileri seviyelere gelmesi için gerek konuşmaları gerek yazılarında gerekse de arkadaşlarına, dostlarına yolladığı mektup ve notlarda hep bunları ifade ederdi. Gördüğü bir takım hata ve aksaklıkları korkmadan, çekinmeden ülke yöneticilerine de iletir, bunların giderilmesi ve düzeltilmesini talep ederdi. Hak bildiği meselelerde katiyyen geri durmaz, isterse karşısında yüzler, binler olsun; hakikati söylemekten asla çekinmezdi. Zaten bu cesaret ve meziyetini, 1950’li yıllardan tâ 1973’lü yıllara kadar üstlendiği davalarda, mağdur insanları, Müslümanları ve Nur Risalelerini müdafaasında açıkça sergilemiş, binlerle ifade edilen açılan davalarda beraatler almıştır.
“Rabbime hamd ediyorum” derdi
Kendisiyle hem radyoda hem radyo dışında çok beraberliklerimiz, sohbetlerimiz olmuştur. Cidde’de bulunan değişik meslek ve işteki arkadaşlarla bazen bir araya gelir ve bir nevi vatan hasreti giderirdik. Bekir Ağabey bu sohbetlerde yer yer Türkiye’de yaşamış olduğu Risale-i Nur dava süreçleriyle alakalı hatıralarından bahseder, sanki aynen yaşıyormuş gibi bir gerilim ve heyecan içinde anlatırdı. Keşke o anlattığı hatıraları, o mücadele ve gayretleri çekip kaydedebilseydik! Yeni nesillere ve gelecek kuşaklara bu davanın ne zorluk ve mücadelelerle bugünlere geldiğine ışık ve rehber olurdu. Heyhat! Ama maalesef, o sıralarda, o yıllarda bugünkü gibi küçük kameralar, cep telefonları v.s. yoktu.
Bekir Ağabey, yaşadığı olaylar olsun, yaptığı hizmetler olsun v.s. bütün bunlarla ilgili asla kendine bir paye vermez, tamamen istihdam-ı Rabbanî olarak telakki ederdi. “Kardeşim Cenab-ı Hak benim gibi pür-kusur birini bu işlerde istihdam etti” diye şükran-ı nimette bulunur ve “Rabbime hamd ediyorum” derdi.
Nur Talebelerinin davalarını üstlenmişti
Hayatı hep mücadeleyle geçen bu aziz insan, tâ İstanbul Hukuk Fakültesi’nde talebeliğinden itibaren temayüz etmeye başlamış, Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı, MTTB Komünizmle Mücadele Komisyonu, Türk Kültür Ocağı, Milliyetçiler Deneği İstanbul Şube Başkanlığı gibi o dönemde birçok sosyal faaliyetlerde bulunmuş, bilahere Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ve Nur Talebelerinin davalarını üstlenmiştir.
Kendisi hayat safahatından yer yer bahsederken şöyle derdi: Ben eskiden beri milliyetçi damarı kabarık biriydim. Tan Matbaası basıldığında milliyetçi gençlerle beraberdik. Sonraki yıllarda solcuların aldattığı Mareşal Fevzi Çakmak’ı bir konuşma ile uyardım! “Komünizme Karşı Mücadele” dergisi çıkardım. Osmanlı padişahlarına ve bilhassa Fatih, Yavuz ve Kanunî’ye hayrandım. Bu sevgi ve hayranlığım Risaleleri ve Nur Talebelerini tanıdıktan sonra daha da katlandı.
Bir defasında Nur Talebelerinin Ankara’da içeri alındığını ve yargılanacaklarını haber aldım. Müslüman bir ülkede din ve vicdan hürriyetlerine bu derece baskı yapılması beni derinden üzdü ve hamiyet duygularımı tetikledi. Bu arkadaşları savunayım dedim ve görüşmeye gittim. Ankara Ulucanlar Hapishanesi’nde kendilerini ziyaret ettim. Başta Zübeyir, Tahiri, Sungur ve Bayram ağabeyler olmak üzere, Anadolu’dan pırıl pırıl Nur Talebeleri...
Yoksa davanızı mı savunayım?
Mahkemede neler yapacaklarını, nasıl ifade vermeleri lazım olduğunu anlattım ve kendilerine iki sual tevcih ettim:
1. Sizi buradan, bu hapishane şartlarından kurtarmaya mı çalışayım?
2. Yoksa davanızı mı savunayım?
Bu suale karşılık hep birden, “Bekir Bey bizim için mühim olan davamız. Biz icabında uzun süre burada kalalım, beis yok. Yeter ki siz davamızı müdafaa edin, o bize kâfi” dediler.
Davaları uğruna hapiste kalmaya razı olan bu ihlas, sadakat, mahviyet ve tevazu abidesi kahraman insanların hali beni derinden etkiledi ve bu bahtiyar adamları karşımda görünce fedakârlığın ve âlicenaplığın ne demek olduğunu o zaman anladım. Ben de onlar gibi olmaya karar verdim ve bu davaya perçinlenmem orada başladı.
Bekir Berk; korku ve ürkekliğin kendinde barınamadığı, yer bulamadığı bir ruha sahipti. İradesi, metaneti, mertliği, cömertliği, hakperest oluşu, haksızlık ve zulme karşı duruşu ve hiçbir zaman boyun eğmeyişi her türlü takdirin üzerinde bir karakter, bir idol ve bir ekol olarak vefatının üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ gönüllerdeki yerini muhafaza ediyor.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.