Hayat bir sel gibi nasıl da akıp gidiyor.
Asrın sahibinin etrafında halka tutmuş, pervane olmuş bahtiyar kudsilerden biri olan ağabeyimizin 19 Kasım 1997’de Bulgaristan’da geçirdiği kazadaki vefatının üzerinden tam 24 sene nasıl da geçmiş. adeta sanki dün gibi. Allah Resulü (asm) Efendimizin bir hadis-i şerifinde belirttiği gibi, “Ahirzamanda vakitler çok hızlı akıp geçecek”.
Merhum babamın sadık, vefakâr ve hamiyetli dostlarından biri olan merhum Bayram Ağabeyi tanımam tâ çocukluğuma dayanır. Köyümüze gelip gittiğini, Karabük’te 1960 menfur ihtilâlinin akabinde Camcı Şevki Amcanın dükkânında kaldığını, Ankara’da Nur’un santral mekânlarından olan Hacıbayram 27 numaranın Risale-i Nur hizmetinin yayılmasında merhum ağabeyimizin temel rükûn teşkil ettiğini hatırlarım.
Bayram Ağabeyin bize hep baba şefkatiyle davrandığını, babamın olmadığı, bulunmadığı zamanlarda bir baba gibi yaklaştığını hatırlarım.
1962 yılı olacak, çocukluğumun hep hareketli, koşuşturmaca, oyunla geçtiğinden hastalanmıştım. Babam Ankara’da idi, bizi çağırdı. Ben de annemle birlikte Ankara’ya vardık. Babam, Bayram Ağabey ve Tahsin Tola Ağabey bizi karşıladılar ve Dr. Tahsin Tola Ağabeyin delâletiyle Nümune Hastanesi’ne gittik. Bana orada fıtık teşhisi koydular ve fıtık ameliyatı oldum. Tam 16 gün hastanede yattım. Hastaneden taburcu olacağım sırada, abim geldi. Çıkış işlemleri için görüşmüş, “50 lira ödememiz lâzım” dedi. Bende de, abimde de para yoktu. Babam da İstanbul’a gitmişti. Dolayısıyla taburcu etmiyorlardı. “Ne yapalım” diye düşünürken, “Bayram Ağabeyin 27 numaraya gidelim, ona durumu anlatalım” dedik. Ben çizgili pijamalarımla, ortalıkta görünmeden hastanenin arka kapısından çıkarak Bayram Ağabeyin yanına geldik. Durumu anlattık. Sağolsun Bayram Ağabey, “Merak etmeyin yarın gider parayı öder, eşyalarınla birlikte döneriz” diyerek bizi rahatlattı. Ertesi gün de hastaneye gidip parayı ödeyerek, taburcu olduk.
Bayram Ağabeyimiz Kore gazilerindendi. Kore’de harbe katılmış ve gazi olarak geri dönmüştü. Üstad Hazretleri giderken kendisine bir Cevşen vermiş, “Bunu daima üzerinde taşı ve savaşın kızıştığı anda beni hatırla” diye tembihte bulunmuş. “Kurşunların etrafımda uçuştuğu, kulağımın dibinden vızır vızır geçtiği anlarda bile hep Üstadımızın tembihini hatırladım ve en ufak bir tereddüt yaşamadım” diye harp hatıralarını anlatırdı.
Bayram Ağabey bir harp erkânı gibi gayet dikkatli ve ihtiyatli bir yapıya sahipti. Her hali ve hareketinde Üstadından aldığı azamî dikkat ve tedbir dersi görülürdü.
Ankara’da, o yıllarda Risale-i Nur hizmet merkezi olarak kendisinin kaldığı 27 numara ile, Said Özdemir Ağabeyin Bentderesi’ndeki evinin altındaki medrese vardı. Türkiye’nin muhtelif yerlerinden Ankara’ya gelen Nur Talebeleri ya 27 numaraya gider Bayram Ağabeye, ya da Said Ağabeyin yanına giderlerdi. 1966 yılının Nisan ayıydı. Hatırladığıma göre, babam da Karabük’ten, “Ankara’ya gidiyorum” diye ayrılmıştı. Doğruca Said Ağabeyin Bentderesi’ndeki dersanesine varıyor.
Kapıdaki iki sivil memurun arasından geçerek dersaneye giriyor. Bir de ne görsün! Polis baskını var ve adeta kucaklarına düşmüş. İçeride Said Özdemir Ağabeyle birlikte, İsmail Anbarlı, Vahdettin Karaçorlu, Mustafa Özsoy, Mustafa Türkmenoğlu varmış. Bir süre sonra Bayram Ağabey yanında biriyle oraya gitmek üzere 27’den yola çıkmış, ancak orası yokuş ve hemen yokuşun sonunda sağda aşağı yola inen merdivenler varmış. Bayram Ağabey durumu hemen fark edip hemen merdivenlere yönelmiş. Sivil memurlar, “Siz gelmiyor musunuz?” diye sorduklarında, “Yok, biz merdivenlerden caddeye iniyoruz” diyerek yanlarından hızla geçip gitmişler.
Baskın neticesinde babamlar mahkemeye çıkarılmış, 10-11 ay Ulucanlar Cezaevi’nde kaldıktan sonra Mersin’deki cezaevine nakillerini istemişler. Mersin Cezaevi Ulucanlar’a göre daha serbest ve ferahmış, fakat nakilleri onaylandığı halde, Yenimahalle’de bekletilip, cezaevi müdürlüğüne gönderilmemiş. Bayram Ağabey siyah takım elbiselerini giyip oradaki başkanın odasına çıkıp nakil evraklarını imzalatarak almış. Babamların nakilleri de o şekilde gerçekleşmiş. Hepsi de Rahmete yürüdüler, ruhları şâd olsun...
Babam Ulucanlar Cezaevi’nde iken o yıl Aydın’ın Bozdoğan Kur’ân kursu hocası olan dedem vefat etmişti.
Devamını amcam Sabri Sungur’dan dinleyelim:
“Babamın vefat haberini alır almaz ben abim Muhittin Sungur ile cenazeye gitmek üzere Karabük’ten yola çıktık. Ankara’ya varır varmaz hemen ağabeyim Mustafa Sungur’u görmek üzere Ulucanlar’ın yolunu tuttuk. Hapisaneye varınca müdüre çıktık. ‘Babam vefat etti. İzin verin de birlikte babamızın cenazesine yetişip son evlâtlık vazifesini yapıp defnedelim’ diye ricada bulunduk. Bırakın izin vermeyi, ağabeyimi görmeye bile müsaade etmedi. ‘Sadece bir not yazın, onu kendisine göndereyim. Cevabî notunu da getirsinler’ diye bizi geçiştirdi. Halbuki kanunî hakkı (1. derece yakını vefat edenlere 3 gün izin verilir) olmasına rağmen, keyfî olarak izin vermeyip bize zulmediyordu. “Sayın müdür, bakın biz kendi ellerimizle ağabeyimi getirip teslim edeceğiz” diye yalvarmamıza rağmen izin vermedi. Ve biz çar naçar oradan ayrılıp Bozdoğan’a gitmek üzere yola koyulduk. O gün hayatımın en karanlık günlerinden birini yaşadım.”
Babam da amcamların notu ulaştıktan sonra cevabî bir yazı gönderiyor “El-Baka-ü Billah” deyip amcamları teselli ediyor ve 10 lira da para yollayıp “salimen gidip gelin inşaallah” diyor..
Amcam “Biz abime para vereceğimiz yerde, o bize para yolladı” diye bu olayı hüzün ve öfkeyle anlatırdı..
Bayram Ağabey 1986 yılında, Ramazan ayında, yanında Ispartalı iki arkadaşıyla birlikte umreye gelmişti. O yıllarda Ramazan ayında umreye gelip, tâ hac mevsimine kadar Mekke veya Medine’de kalmak mümkün oluyordu. Rahmetli ağabeyimiz de 3 ay Mekke’de kalarak hac vazifesini ifa etmişti. Biz de o yıllarda o mübarek topraklarda olduğumuz için defaatle beraber olup lüzum eden hizmetleri yapma durumumuz da hasıl olmuştu.
Bayram Ağabeyin en mühim özelliklerinden biri de gayet samimî, sade ve mütevazı kişiliğe sahip oluşuydu. Davranışları son derece samimî ve candandı. Onu ilk defa görenler bile bu samimilik ve sadeliğe hayranlık duyardı. Üstadlarından almış oldukları ihlâs, sadâkat, sebat, gayret ve dikkat düsturlarıyla, hayatlarının sonuna kadar bu prensipleri yaşayarak ömürlerini tamamlayıp gelecek nesillere birer nümune-i imtisal ve yâd-ı cemil olarak rehber olmuşlardır.
Başta Bayram Ağabeyimiz ve babam olmak üzere, yazıda isimlerini zikrettiğim ve zikretmediğim bütün dâvâ arkadaşlarının ruhları şâd, mekânları Cennet olsun.