Eflani ve civarı ahirete irtihal eden Nur Talebelerinin ruhlarına ithaf edilmek üzere ilki 1996 yılında merhum babam tarafından başlatılan ve icra edilen bu mevlid merasimi sonraki yıllarda ve bilhassa babaannemin ahirete göçmesinden sonra geleneksel bir mevlid cemiyetine dönüştü. Babam bir defasında, ‘ben vefat ettikten sonra da bu mevlit merasimini her sene yaparsınız’ demişti.
Bazıları ‘mevlit merasimlerine ne lüzum var?’ diye tenkit etse bile bu mevlitlere çok lüzum ve ihtiyaç var. Zira en başta Allah’ı zikir, sena, hamd ve tesbih… Allah Rasul’ü (asm) Efendimize salât-ü selâmlar, Kur’ânlar, Yasinler, tesbihatlar ve iman ve Kur’ân hakikatlarının okunup ilânı.. Aynı hedef ve gaye peşinde koşan kardeşlerin bir araya gelip kaynaşması... Ehl-i İmanın bir arada olup meydana gelen manevî ve lâhuti tablo ve manzaraların ebedî âleme aksetmesi ve okunan Fatiha, hatim ve duâların bütün ehl-i imanın ruhlarına hediye edilerek bağışlanması ve bütün bunlarında verâsında rıza-i İlâhiyeye nâiliyet ve iştiyak arzusu...
Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin varis ve vekil talebelerinden olan merhum babamın vefatı üzerinden 9 sene geçti. Mustafa Sungur, bu ülkede nifak ve dalâlet rüzgârlarının estiği zulmetli günlerde dünyaya gelir.
‘Din bizi geri bıraktı’ yavelerinin ayyuka çıktığı zamanda nesillerin batıl fikirlerle şekillendirilmek, tek tip insan yetiştirmek istendiği dönemde köy enstitüsünden mezun olur, ailesinden aldığı ma-nevî eğitimle köy enstitüsünde almış olduğu maddeci ve materyalist eğitim, ruhunda ve kalbinde fırtınalara sebep olur. Bu süre zarfında bu iki zıt kutbun çatışmasını yaşar. Fakat bu çok uzun sürmez; kitap okumaya çok meraklı olan ve eğitim süresince 250’den fazla maddeci felsefeye dair kitaplar okuduğunu belirten babam, nihayetinde Kur’ân’ın bu asrın fehmine, idrakine hitap eden son manevî i’caz-ı olan Nur Risaleleri ile tanışır. Komşu köyün imamı olan hatip İbrahim Efendi (İbrahim Yakut Hoca) bir gün babamla karşılaşır ve kendisine: “Sungur sen kitap okumaya meraklısındır al bu kitabı oku” diye İnebolu Nur Talebelerinin teksirle, yeni harflerle bastığı ‘Âyet-ül Kübra’ Risalesini verir. Babam daha evvel okuduğu kitaplardaki ifade ve manaların aksine bambaşka biçimde ifade ve ibarelerle karşılaşır. “Kâinat’tan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır” diye başlayan Âyet-ül Kübra Risalesi babamda müthiş bir tesir bırakmış ve her okuyuşunda ‘adeta kalbimde ve ruhumda ılık ve sıcacık esintiler meydana getiriyor sanki çölde susamış suya hasret birisinin suya kavuştuğu andaki sevinci nasılsa, bende de bu ifadeler öyle aşkın bir sevinç ve sürur havası estiriyordu’ diye anlatıyordu.
Böylece Nur Risalelerinin feyziyle, almış olduğu yaralar kısa zamanda tedavi olur. Köy Enstitüsünde aldığı eğitim, Kur’ân ve iman hakikatlerinin ehemmiyetini idrak etmesine, daha derinden kavramasına vesile olur. Gece karanlığında Nur ve ışığın daha parlak ortaya çıkması gibi…
Merhum babam, Nurlarla kısa zamanda büyük bir değişim ve dönüşüm yaşar. Nurlar’ı okudukça ruh ve kalbinde Cennet nesimlerinin esintilerini hisseder. Bu hakikatlerin müellifi muhteremine karşı kalbinde büyük bir hayranlık ve muhabbet duymaya başlar.
Bu sâikle; anadan, yardan, serden geçer. Makam mansıp gibi her şeyi geride bırakıp yollara düşer, kudsî dâvânın bir karasevdalısı olur. Bu uğurda çekilen cefalar, hapisler saadet saraylarına inkılâp eder. Yıllar sonra Üstadla beraber bir Köy Enstitüsünün önünden geçerken Üstadı ona: “Sungur! Bu mekteplerde okuduklarını yarın İslâm’a hizmette kullanacaksın o zaman bu seyyiatlar hasenata tebdil edilmiş olacak” diyecekti. Gerçekten merhum babam, bir ömür boyu bu büyük dâvânın yörüngesinde pervaneler gibi dönmeye başlar. Bu kudsî hakikatları, bu sönmez Nurlar’ı kendisi gibi karanlıkta kalan ruhlara ulaştırmayı hayatının en büyük gayesi bilirdi. Onun bütün hayatı, meşgalesi Risale-i Nur idi, İman ve Kur’ân hakikatlarını her yerde ve herkese anlatmak ve terennüm etmekti. Zira Üstadı ona: “Sungur! Sen fenâ-finnur olmaya mecbursun” demişti. Kolay değil 18 yaşından itibaren tam 66 sene babam bu dâvâya bütün benliğiyle ve gönülden bağlı olarak ömrünün sonuna kadar fedakârca çalışmış, şehirden şehire, beldeden beldeye, ülkeden ülkeye koşturarak iman ve Kur’ân hakikatlarını haykırmıştır. Gittiği her yerde mânevî bir dalgalanma ve hava oluşurdu.
Hz. Üstadın “Sungur! Hayatım hayatınla devam edecek” sözü onda Üstadın mânevi şahsiyetini aksettirdi. Onu görenler âdeta Üstad’ı görmüş gibi heyecan duyar ve feyizyâb olurlardı.
Merhum babam, hayatının son senelerinde himmet ve teşvikini daha ziyade yurt dışı hizmetlere yöneltmişti.
Bilhassa Azerbeycan, Rusya, Polonya daha sonra İsveç, Norveç, Finlandiya, Güney Amerika, Mısır, Cezayir, Yemen ve Fas’a giden kardeşlerden hizmet haberleri, İslâmla şereflenenlerin müjdeleri geldikçe sevinir hastalıklarını unutur ve yüzünde sanki çiçekler açardı.
Mânevî bir mektep ve kışla olan Nur Dershane’sinde hayatını sonlandırması da dâvâsına olan sadâkât ve bağlılığın ayrı bir göstergesidir.
Cenab-ı Hak onun şahsında başta Hz. Üstad olmak üzere ahirete ve Hakk’a yürümüş bütün Nur Talebelerine, geçmişlerimize ve bütün Ehl-i İman’a rahmet ve mağfiretler eylesin. Bizleri de onların gittiği nurânî yoldan, sırat-ı müstakimden ve rızasından ayırmasın…
Âmin. Bihurmeti seyyidi’l mürselin ve Âhir-u dâ’vânâ en’il Hamdülillahi Rabbi’l Âlemin.