Ahmet Konya da lise öğrencisi iken Sabri Halıcı ile tanıştı.
Yanında tecvitli Kur’ân okumayı öğrendi. Ardından ilmihal ve İslâmî bilgileri ders aldı. Bu arada ilk defa Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur ismini duydu. Bir müddet sonra PTT memuru Zübeyir Gündüzalp ile tanıştı. Bu tanışma sonrası risaleleri okumaya ve yazmaya başladı.
Lisedeki sınıf arkadaşlarını Zübeyir Gündüzalp ve Sabri halıcı ile tanıştırdıktan sonra 15-20 kişilik guruplar hâlinde sohbetler olmaya başladı. Sohbetler genellikle Zübeyir’in evinde yapıldı. Zübeyir gençlere Risale-i Nur’dan dersler yaptı. Öğrenciler sohbete gelmeden önce pastaneye gitti, küçük kremalı pastalardan aldı, kremalar üzerine, toplu iğne ile Risale-i Nur kelimesini yazdı ve ikram etti.
Ahmet lise son sınıfta iken bir gün edebiyat öğretmeni: “Sen sigaranın zararları hakkında bir konferans hazırla” diye bir vazife verdi. Ahmet, Zübeyir’le konferansı konusunu hazırladı. Sigaranın zararları diye, başlayan konferans İslâm ahlâkını anlatan bir konferansa dönüştü.
Ahmet Risaleleri okuyup yazdıktan sonra Bediüzzaman’ı görme hasretini dayanılmaz bir hâl aldı. Daha lise öğrencisi iken içindeki yangını söndürmek için yalnız başına Emirdağ’a gitti. Aldığı adreste çalışkanlardan birini buldu. Bediüzzaman’ın evine birlikte gitti. İlk ziyareti olmasına rağmen yüreği Bediüzzaman’ın manevî azametini ve büyüklüğünü hissetti. O güne kadar hiç yaşamadığı kalbi rahatlığı ve huzuru buldu. Bediüzzaman, “Bu risaleleri okuyan benim talebemdir, siz de benim talebemsiniz, hizmet için gayret ediniz” diye onunla konuştu.
Bir süre sonra Afyon hapishane süreci başladı. Sabri Halıcı Afyon Cezaevi’ne girince hanımı Ahmet’e; “Bu kadar çok kitap var evde, ne olacak?” dedi. Ahmet hemen kitapları bir çuvala doldurup, evine götürdü. Evlerine de bir baskın olabilir şüphesiyle kitapları ev sahibi kadına verdi. Kadın kitapları çeyiz sandığında sakladı. Daha sonra Zübeyir Gündüzalp Bediüzzaman’a olan muhabbeti sebebiyle kendini ihbar ederek tutuklanmayı göze aldı ve bu yüzden cezaevine girdi. Bu günlerde Ahmet liseden mezun oldu. Zübeyir Ahmet’e telkinde bulunarak “Sen Edebiyat Fakültesine git, lise öğretmeni ol, özellikle felsefe oku” dedi. Ahmet ise gönlünde başka bir okul vardı. Durum böyle olunca hangi okula gideceği ile ilgi duruşma günü Bediüzzaman’a; “Ahmet liseyi bitirdi hangi fakülteye gitsin?” diye sorduklarında Bediüzzaman; “Kendisine bırakın” deyince Ahmet İstanbul’da sınava girdi. Mülâkatın sonunda kazandığı dört bölüm içinden istediği Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini tercih etti. Ahmet Okulu bitirince tayini kaymakam olarak Senirkent’e çıktı. Isparta’ya gidip geliyordu, ama Bediüzzaman’ın yanına gidemiyordu. Bediüzzaman sıkı bir şekilde gözaltındaydı. Isparta’dan yanına gidenlere Bediüzzaman sürekli selâm gönderdi. Gelenler “Bediüzzaman’ın sana selâmı var” dediler. Bilhassa Ali İhsan Tola neredeyse haftada birkaç defa Bediüzzaman’ın yanına gitti. Senirkent’e gelince doğru Ahmet’in yanına gitti, Bediüzzamanla konuştuklarını aynen ona anlattı. Bediüzzaman; “Ahmet merak etmesin, mahzun olmasın. [Ceylan, Zübeyir, Sungur’u göstererek] bunlarla beraber onu da kabul ediyorum” dedi.
Kaynak:
Ömer Özcan - Ağabeyler Anlatıyor-5, s. 68-86.