Ülkede huzur ve iç barışın sağlandığı dönemler olduğu gibi, kargaşanın ve çatışmaların yoğunluk kazandığı dönemler de var.
Şimdilerde ise, gerginliğin kasdî ve plânlış şekilde tırmandırıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz, ne yazık ki…
Bizim vazifemiz, daima yatıştırıcı rol oynamaktır. Sulh ve sükûneti sağlamaya çalışmaktır. Vatandaşlar ve kardeş unsurlar arasındaki birlik ve beraberliğe kuvvet vermek, ortak değerleri ön plâna çıkarmak ve herkesi ortak paydalarda buluşturmaya gayret etmektir.
Bütün bunları gönüllü olarak yapmada kendimizi mecbur ve mükellef görüyoruz: Tâ asırlar öncesinden birlik ve beraberliğimizi tesis eden Sultan Selim’e biat ettiğimiz için, vatan ve hürriyet şairi Namık Kemâl’in gayretini alkışladığımız için, asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursî’in Risâle-i Nur ile ortaya koyduğu Kurânî ölçü ve prensiplere sâdık kaldığımız için, yukarıda sıralamış olduğumuz yapıcı, birleştirici, kaynaştırıcı hizmetleri yapmaya kendimizi mesul addediyoruz.
•
Huzurlu, güvenli ve iç barışın hâkim olduğu dönemlerin en geniş ve yaygın misâlini Osmanlı tarihinde görüyoruz.
Meselâ, 1514 Çaldıran Zaferinden sonra Osmanlı’ya “müsalemetle” bağlanan Kürtler, tam dört yüz sene müddetle huzur ve barış içinde yaşadılar.
Bu uzun zaman içinde, Osmanlı’nın “Kürtçülük”ten dolayı bu bölgede herhangi bir sıkıntısı, baş ağrısı vaki olmuş değil. Sadece 1800’lü yılların sonlarında bazı aşiretlerin devrin hükûmetlerine yönelik birtakım başkaldırı hadiseleri var, o kadar. O hadiseler de, kesin olarak başka sebeplerden dolayı olup, etnisite, yahut milliyetçilik ile doğrudan bir alâkası bulunmamaktadır.
Osmanlı, kardeş olarak gördüğü Kürt, Arap vesair unsurlara hakikaten kardeşçe bakmış, onlara aynı duygu ve düşüncelerle kardeşlik elini uzatmıştır. Haliyle, yaptığının karşılığını da fazlasıyla görmüştür.
Öyledir Şark’ın insanı; insanca ve kardeşçe yaklaşırsan, onlardan da aynı mukabeleyi, üstelik bir miktar daha ziyade olarak görürsün.
Aslında, meselenin can damarı da budur. Kalbin ağır bastığı bir topluluğa nasıl bakarsan, onlara hangi niyet ve emellerle yaklaşırsan, mukabilinde de benzer bir muamele ve yaklaşım tarzı görürsün.
•
Yakın tarihteki huzur ve güven döneminin en güzel örneği ise, Demokrat Partinin ülke yönetiminde bulunduğu 1950–60 arası yıllarda yaşandı.
Evet, özellikle Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinin en sorunsuz ve en sakin olduğu dönem, Cumhuriyet tarihi itibariyle Demokrat iktidar dönemidir. Bu gerçeğe her ne kadar bazıları itiraz etseler dahi, ispat sadedinde ortaya koyabilecekleri bir delil yoktur.
Hakikaten DP’nin tek başına iktidarda olduğu o 10 yıllık zaman zarfında, lokal ve mevzii bazı eşkiyalık hareketleri dışında, umumun huzurunu kaçıracak, genel barışı bozacak herhangi bir isyan hareketi, kalkışma tarzında bir vukuat yoktur.
Zira, dönemin gayretli, çalışkan hükümeti, o bölgelere şefkat elini uzatmış, var gücüyle yatırıma yönelmiş ve hiçbir ayrımcılık yapmadan bölge insanına devletin her kademesinde vazife alma yolunu açmıştır. Aslında o dönemde müthiş bir kalkınma hamlesiyle memleket baştan başa adeta bir şantiye haline dönüştürülmüş idi.
Dolayısıyla, bir yerde ciddî bir yatırım hamlesi varsa, buna bağlı olarak işsizlik giderek azalıyorsa ve ırkçılık/ayrımcılık politikaları güdülmüyorsa, orada neden huzursuzluk olsun, neden âsayiş bozulsun ki...
•
Dilek ve temennimiz şudur: Günümüzün etkili ve yetkili makamlarının, Osmanlı’dan ve Demokrat Parti döneminden yararlı dersler çıkararak, uzun zamandır kanayan yaraları tedâviye çalışmalarını ve ülke genelinde huzuru, sükûneti sağlamak için gayret göstemelerini temenni ediyoruz.