İslâm hukuku dersi hocamızın sorduğu bir soru üzerine bu yazı serisini yazmaya karar verdik.
Soru şöyleydi:
“Modern hukuk ve İslâm hukukunu karşılaştırdığımızda bu zamanda hangisini tercih ederdiniz?”
Soru duyulunca sınıfta ufak ufak gerilmeler, şeriat kelimesinden bile rahatsız olmalar ve şeriat hakkında menfi konuşmalar başladı.
Şeriat, “Yaratıcının kuralları” demekti. İnancıma göre benim Yaratıcım kalbimdeki en gizli hatırâtı bile biliyordu, beni benden daha iyi tanıyordu. Onun merhametli oluşuna, adaletli oluşuna iman etmiştim. O halde onun kurallarının benim için ve tüm insanlık için uygulanabilecek en kusursuz kurallar olması gerektiği çıkarımını yapabilirdim.
Bir yandan da şeriatı uygulayan(!) ülkelerin vahim durumlarına şahit olmamız ve şeriat denilince aklımıza hemen geliveren, hırsızın elinin kesilmesi, mürtedin öldürülmesi gibi -yüzeysel bakıldığında bazılarına canice gelen- hükümleri şeriatın tamamı zannetmemiz ve hikmetlerini anlayamayışımız şeriata karşı korku ve nefretin kaynağını ortaya çıkarmıştı: Eksik bilgi ve ön yargı.
“Sarhoş iken namaza yaklaşmayın” ayetinin hepsini öğrenmeyip “namaza yaklaşmayın” ifadesiyle amel edenler gibi, şeriatın sadece bir kısmını öğrenmek vesveselere sebep olmuş ve dinden uzaklaşmaya kadar ucu dayanmıştır. (“Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.”)
O halde yapmamız gereken ilk şey önyargılarımızı bir kenara bırakıp şeriat kavramını objektif bir şekilde değerlendirmek, tanımaya çalışmak.
Şeriat, kelime anlamıyla “kanunlar, kurallar” demektir. Bu kanunların en belirgin özelliği ise kanun koyucusunun Allah olmasıdır. O halde yaratılan her şeyin kanun koyucusunun aynı Zât olması gerekir. Bu da şeriatın sadece insanlar için olmadığını, yaratılan her şey için olduğunu gösterir.
Ulema ve Bediüzzaman Said Nursi şeriatı iki başlık altında ele alıyorlar:
1. Kâinatın mükemmel sistemini oluşturan kanunların tamamı (yer çekimi, suyun kaldırma kuvveti vs.)
2. İnsan için konulan ve sosyal düzeni en mükemmele ulaştıracak kanunlar bütünü.
Kâinat ve insan arasında çok kuvvetli bağ vardır. Hatta kâinat için “insanın büyütülmüş hali”, insan için de “kâinatın küçültülmüş hali” diyebiliriz. İnsan ve kâinat arasındaki bu benzerlik araştırmalar neticesinde de ispat edilmiştir. Örneğin insanın vücudunda bulunan element oranlarının kâinattaki ile benzer olması, insan beynindeki sinir ağı ile kâinattaki galaksi ağının benzerliği vs.
Kâinat ve insan ikilisinde maddî benzerliğin yanı sıra şeriat dediğimiz İlâhî kanunlarda da önemli oranda benzerlik vardır.
Mesela;
Meyyit (ölü) bir tohum şeriat kurallarına uyması ile yemyeşil bir ağaç olur ve ağacın meyve ve tohumlarından özünü devam ettirip bir nevi ebedîleşir. Aynı şekilde insan da ahirete nispeten meyyit olan ömrünü şeriat kurallarına uyarak ebedî cennet hayatını netice verebilecek hâle getirebilir.
Tam tersi senaryoyu düşünelim; bir tohuma su verilmezse, yeteri kadar güneş ışığına maruz kalmazsa yani kâinata konulmuş şeriat kurallarına uymazsa o tohum yeşeremez. Tek faydası toprak altındaki diğer canlılaradır. Yine insan da şeriat kurallarına uymazsa sadece dünyaya fayda sağlayabilir.
Hayvanlara yem olmak ile şeriat kanunlarını uygulayıp milyon tohuma kaynak olup ebedîleşmek arasındaki farkı gözle görülür bir şekilde anlayabiliyoruz.
Basit bir tohumda bile bu böyle ise yaratılanların en şereflisi olan insan için şeriat kanunlarının önemini de böylelikle anlayabiliriz.
Haftaya devam edelim inşallah…