Mayıs’ın son haftası (1453), aynı zamanda İstanbul için müjdelenen o kutlu fethin nihaî ve en şiddetli kuşatma hareketinin son günleri.
Evet, bu kudsî bir fetihtir; Fahr-ı Kâinatın (asm) asırlar öncesinden haber verip müjdelemiş olduğu İstanbul’un fethi...
Eski ismi Konstantiniyye olan Bizans İstanbul’u, kayıtlara göre 1453’ten evvel tam 28 kere kuşatılmış, ancak yine de ele geçirilememiş.
Havası, manzarası, fizikî güzelliği ve bilhassa stratejik ehemmiyeti itibariyle, hemen bütün milletlerin arzu ve iştiyakını cezbetmiş bir belde olması, devletlerin İstanbul üzerindeki plan ve hesaplarını da büyük çapta etkilemiştir.
İstanbul’u fethetmek, yahut ele geçirmek maksadıyla, gerek Avrupa’dan ve gerekse Asya’dan çok büyük akınlar yapıldı; İstanbul surları önüne kadar gelen kalabalık ordular, aylar süren kuşatmalarla şehri zaptetmeye çalıştı. Ancak, bunlardan hiçbiri başarılı olamadı ve gerisin geriye çekildi.
İşte, 29. kuşatmanın mimarı olan Sultan II. Mehmed, daha evvel hiç yapılmayan, daha doğrusu hiç yapılamayanları gerçekleştirdi ve bu sayede muvaffak oldu. Onun bu yaptıklarını da aşağıdaki şekilde sıralamak mümkün.
*
Sultan Mehmed, öncelikle İstanbul Boğazını kontrol altına almak için hisar/kale inşasına yöneldi. Daha evvel (Yıldırım Bayezid zamanında) yapılmış olan Anadolu Hisarını tamir ve tahkim ettikten sonra, onun tam karşı sahilinde de benzersiz bir hisar inşa etmeye başladı. O zamanlar “Boğaz Kesen”, günümüzde ise Rumeli Hisarı ismi verilen bu harikulâde eserin plan ve projesinden tutun da, amelelik işlerine varıncaya kadar, hemen her safhasında bilfiil çalışan Sultan Mehmed, bu yapının tamamlanmasında da olağanüstü bir çabukluğa imza attı.
Bu iki hisarın tamamlanıp faaliyete geçmesinden sonra, boğaz geçişleri tamamiyle kontrol altına alındı; geçişler vergiye bağlandı. Aynı zamanda, Bizans’ın yardımına Kuzey’den gelecek kuvvetlerin önü de önemli ölçüde kesilmiş oldu.
Bizans’ın Avrupa’dan gelecek Haçlı kuvvetlerinin yardımından mahrûm kalması, İstanbul’un fethini kolaylaştıran çok mühim bir gelişme oldu.
*
İstanbul’a hayat veren damarların birer birer Osmanlı kontrolü altına girdiğini gören Bizans yönetimi, kendince iki önemli tedbir aldı:
Bunlardan biri, İstanbul yarımadasını çevreleyen sur kapılarının ördürülmesi; diğeri ise Haliç’in girişinin kalın zincirlerle kapatılması.
Bu arada, hisarın inşasından sonra Edirne’ye giden Sultan Mehmed, bir mühendislik dehâsının eseri olan Şahî toplarının üretim faaliyetini başlattı. Bu toplar, hem kalın sur duvarlarını yıkmak, hem de surun gerisini vurmak gibi özelliklere sahipti.
Yapımı tamamlanan bu toplar, yine olağanüstü gayret ve emeklerle Edirne’den İstanbul surlarının önüne kadar getirilerek mevzilerine yerleştirildi.
Ortalama 600 kiloluk taş gülleler fırlatan Şahî topları, o güne kadar hiç keşfedilmemiş ve kullanılamamış ürkütücü bir savaş silâhı hüviyetini taşıyordu. Bazı durumlarda bir tondan ağır gülleleri de fırlatabilen bu topların surlarda açtığı gedik ve yaptığı tahribat, İstanbul’un fethini kolaylaştıran ikinci bir unsur oldu.
*
Yine daha öncekilerden farklı olarak, yapılan kuşatma faaliyetleri de harikulâde bir seyir takip etti. Osmanlı kuvvetleri, bir yandan Adalar’ı fethederken, bir yandan da Haliç’ten Marmara sâhiline kadar olan bölgenin tamamını karadan kuşatma altına aldı.
Üstelik, Sultan Mehmed de tâ surların yanı başına kadar gelerek burada karargâhını kurdu ve daraltmış olduğu kuşatma çemberini sıkı bir denetime tabi tuttu.
Taarruzdan evvel Bizans İmparatoruna haber gönderen Sultan Mehmed, şehrin anahtarını kansız ve savaşsız bir şekilde teslim etmesini istedi. Bu teklifin kesin bir dille reddedilmesi üzerine ise, umumî taarruz başlatılmış oldu.
Dünya harp tarihinin emsâlsiz bir sayfasını teşkil eden gelişmelerden biri de, 72 parçalık Osmanlı harp filosunun karadan yürütülerek Haliç’e indirilmesi hadisesidir.
İşte, hem Şahi Topların kullanılması, hem gemilerin karadan yüzdürülmesi gibi olağanüstü yenilikler, aslında o kudsî büyük fethin müyesser olacağının önemli birer göstergesi mahiyetini taşıyor.