Yassıada'da 27 Mayıs Darbesi sonrası yaşanan acı hatıraların ve mazlûmlara orada revâ görülen insanlık dışı muamelelerin son bölümüyle, bu yazı serisini şimdilik noktalıyoruz.
CHP'linin DP'li oğluna ceza
DP Antalya Milletvekili Av. Adnan Selekler, hem maznun, hem de müdafaa avukatı olarak iki buçuk sene Yassıada ve Kayseri Cezaevi'nde mahpus kaldı.
Babası koyu CHP'liydi. Ama o, bütün tenkitlere rağmen Demokrat Parti'de sebat etti. 1957 seçimlerinde kazanmış olduğu milletvekilliği, 27 Mayıs 1960'da son buldu. 32 ay süren milletvekilliğinin karşılığını 30 ay işkence görerek ve hapis yatarak ödedi.
Hamid Fendoğlu (Hamido)
Malatya Belediye Başkanı iken, bombalı bir sûikast sonucu katledilen (17 Nisan 1978) Hamit Fendoğlu (nâm–ı diğer Hamido) da Yassıada'da idamla yargılananlardan. Dört yıla yakın hapis yattı.
1946'dan itibaren DP gençlik kollarından bu partiye giren Fendoğlu'nun suçu, Bayar ve Menderes'i çok sevmesi, takdir etmesi ve onlar için "nümayiş"te bulunmasıdır.
Fakat o, yine de "idamlıklar" ile birlikte yargılanmaktan kurtulamaz.
Buna rağmen, o metanetini bozmaz, bulunduğu yerde Menderes'e yine lâf söylettirmez ve gerektiğinde kaba kuvvet kullanmaktan bile çekinmez bir karaktere sahipti.
Bu yüzden olacak ki, Yassıada'da ona "DP'nin Kaba Kuvvetler Komutanı" diye bir de lâkab takmışlardı.
Bülent Ecevit yan çiziyor
İsmet Paşanın en yakın adamlarından Bülent Ecevit de, Yassıada duruşmalarında "tanık" sıfatıyla gelip konuşanlardan biridir.
Mahkeme, Ecevit'in "Himmet Dede hadisesi" sebebiyle çağırmıştı. Güya, Ankara'dan Kayseri'ye gidecek olan İsmet Paşa, Demokratlar tarafından Himmet Dede (Ürgüp) istasyonunda üç saat kadar zorla bekletilmiş ve Kayseri'ye sokulmamıştı.
Ne var ki, Ecevit, mahkemede hiç yoktan başka bir konuya girdi ve Kıbrıs politikasından dolayı Menderes'e yönelik suçlamalarda bulundu.
Menderes'in Kıbrıs'taki Türk Mukavemet Teşkilâtına (TMT) para ve silâh yardımında bulunması, Ecevit'e göre suç teşkil ediyordu.
Gariptir, Dışişleri Bakanı Zorlu'ya da "Kıbrıs'ı sattı" ithamında bulunan aynı Ecevit, 1974 Temmuz'undaki "Kıbrıs harekâtı"nda, Menderes ve Zorlu'nun diplomatik başarılarına (Türkiye'nin garantörlük hakkı) sığınmak durumunda kaldı.
Şehit Gazi Yiğitbaşı
Yassıada duruşmaları esnasında vefat edip Hakk'ın rahmetine kavuşan mümtaz şahsiyetlerden biri de DP Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı'dır.
Bu zat, Üstad Bediüzzaman'ın çok yakın dostudur. Hürmette ve hizmette kusur etmezdi. 1950 Haziranında Ezan-ı Muhammedî’nin serbestiyeti için büyük gayret gösterenlerin başında geliyordu.
O da, bu mukaddes hizmetinin karşılığını Yassıada'da hayatıyla ödedi. Mâruz kaldığı ezâ, cefâ, kahır sebebiyle, orada şehit oldu.
Üstad'ın Menderes'e selâmı
Dr. Tahsin Tola anlatıyor: "Ankara'ya gideceğim zaman Isparta’da Üstada uğradım. Üstad, şunları söyledi: 'Adnan Bey kardeşime selâm söyle... O bizim himayemizdedir. Eğer biz onu himaye etmezsek (eliyle işaret ederek) bir anda altı üstüne gelir. Bizi âlem–i İslâmdan, Pakistan’dan çağırıyorlar. Eğer burayı bırakıp gitsek, bir anda altı üstüne gelir. Burayı biz muhafaza ediyoruz.'"
Üstad Bediüzzaman, gelecek tehlikeyi hissetmiş gibi konuşmuş. Zira, onun vefatından sadece iki aylık bir zaman sonra, ihtilâl cuntası harekete geçti ve Menderes iktidarını devirdi.
Ne demek istiyoruz?
Meşrû iktidarları alaşağı eden darbeler, elbette ki gayr–ı meşrû sayılır.
Meşrûiyet dışı oldukları için de, darbelerin savunulacak hiçbir tarafı olmaz. Toptan ve kökten reddedilir: 27 Nisan (1909, Hareket Ordusu), 27 Mayıs (1960), 12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) darbeleri bu kategoriye girer.
Gerçi, bu ve benzeri darbeleri savunanlar var hâlâ...
Ama biz, hangi gerekçeyle olursa olsun, hiçbir darbeyi, hiçbir şekilde tasvip etmiyoruz ve edemeyiz.
Dahası, yakın tarihimizde yaşanmış olan bütün o kanlı ihtilâlleri reddin de ötesinde, tel'in ediyoruz.
Bu lânetimiz, bundan sonraki muhtemel niyet ve girişimler için de aynen geçerli.
Demokrasinin canına okuyan, temel hak ve hürriyetleri ayaklar altına alan, hukuk ve adâleti katleden, siyaseti alt–üst eden, hür iradeyi hançerleyen, vatana ve millete maddî–mânevî en büyük zararı dokunan darbeleri red ve tel'in sadedinde ne söylense az gelir.
İşte, bu kadar net ve bu derece kuvvetli gerekçelere dayanarak, burada şunları da belirtme ihtiyacını duymaktayız:
Darbeleri esastan reddettiğimiz gibi, cuntacıların hukuk ve adâlet dışı icraat ve tasarruflarını da reddediyoruz.
Bu cümleden olarak, cuntacıların yegâne hedefi olduğu anlaşılan Demokrat iktidarları devirme ve partilerini (DP, AP) kapatma tasarruflarını tanımıyoruz.
Tek başına iktidar olan o aynı misyon partilerinin hak ve hukuklarını sonuna kadar savunuyoruz. Kaybedilen haklarının tamamını geri istiyoruz. En başta da, iktidar hakları...
Keza, onlara haksızlık yapan odak ve zihniyetlerin, çıkıp alenen özür dilemesini istiyoruz.
O köklü partilerin kapanmasıyla, onların misyonuna değil de, mirasına konmaya çalışan nevzuhûr siyasî eğilim ve oluşumları da kabullenemiyor ve içimize sindiremiyoruz.
Aksi takdirde, ihtilâlleri meşrû görüp tasarruflarını da kabullenmiş sayılırız.
Hâsılı, bütün o darbeleri red ve icraatlerini hiçe saymalıyız ki, milletin hiçe sayılan hak ve hukukunu da savunup iadesini isteyebilelim. "Nemelâzım" diyen ve haksızlıkların üzerine yatılmasını kabullenenlerden değiliz biz.
* * *
Yine Zindan Duvarları şairi Faruk Nafiz’in bir dörtlüğüyle nihayet verelim:
Âdem evlâdı boğarken baba bir kardeşini,
Basıyor bağrına hemcinsini müşfik canavar.
Beşerin zıddına, hayvan soyu insanlaşıyor,
Zorbanın şefkati yok, lâkin itin şefkati var.
Ey izzet sahibi vakur, güzel insan,
Ezilmedin, bükülmedin; işte son an.
Dünya durdukça rahmet okunacak sana,
Ve elbet, lânetler okunacak seni asana.