Bundan yarım asır kadar evvel Yassıada'da yaşanan hazan günleri, aslında bütün Türkiye'nin acı ve ıztırap yüklü "hüzün günleri"dir.
O acı ve hazin günleri iliklerine kadar hisseden meşhûr Şâir Faruk Nâfiz Çamlıbel'in tâbiriyle, o bir avuçluk kara parçasında "Bir vatan derdi birikmiş"ti.
Şair, dosdoğru söylüyordu. Çünkü, bir Demokrat mebûs olarak kendisi de oradaydı ve aynı dert ile hem–dert olmuştu.
Marmara Denizini "bir mavi göz"e, Yassıada'yı ise, o gözdeki bir "elem ketresi"ne benzeten meşhûr “Han Duvarları”nın şairi, Yassıada'nın o günkü hazin manzarasını ise, bu kez “Zindan Duvarları” isimli eserinde işte şu ölümsüz mısralarla resmediyor:
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
Evet, o günlerin Yassıada'sında hakikaten bir vatan derdi birikmişti.
Bu büyük dert ile yanan milletin gözlerinden ise, damla damla elem katreleri akıyordu.
Bilhassa, o yılki Eylül ayının tam ortalarına gelindiğinde, akan gözyaşı damlaları, adeta sel olup taşmaya başladı.
Zira, 14 ayrı dâvâdan yargılandıkları halde, cezayı gerektirecek bir tek suçu tesbit edilemeyen Adnan Menderes ve yüzlerce partili arkadaşı, o günlerde en ağır cezalara çarptırıldı.
Mahkeme kararları arasında 13 kişi için idam cezası vardı.
Bunlardan üçünün infazı 16 ve 17 Eylül günlerinde yapıldı ki, her üçü de hür irade ile seçilmiş güzide birer vatan evlâdıydı: Biri Maliye Bakanı Polatkan, biri Dışişleri Bakanı Zorlu ve biri de Başbakan Adnan Menderes idi.
Berin Hanımın çilesi
Bir yıldan fazla süren kahır ve çile yüklü Yassıada günleri, 27 Mayıs (1960) darbesinden hemen sonra, yani Haziran ayının daha ilk yarısında başlamıştı.
İşte, mazlûm başbakanın eşi Berin Hanımın 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Adnan Menderes'e hitaben yazmış olduğu ifadeler:
"Adnancığım,
"Üç gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. İki gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor, fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim.
"Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgraf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim.
"Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim."
* * *
Bu sözlerin sahibi, daha iki hafta öncesine kadar Türkiye'nin mukadderatında söz ve irade sahibi olan seçilmiş bir başbakanın eşidir...
Ne acı, ne hazin bir durum, değil mi?
Esasında, bundan çok daha hazin durum şudur: İhtilâl günü yakalanıp gözetim altına alınan başbakanın aile efradı, Başbakanlık Konutundan kapı dışarı edilir. Berin Hanım, bu durumda ne yapacağının şaşkınlığı içinde, Adnan Beye şu satırları yazarak bir fikir ister:
"Köşk’ü tahliye etmemiz lâzım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevinirim.
"Artık ne kadar yalnız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana, sıhhatine duâ ediyoruz."
İlk mektuba cevap
Yassıada'ya götürülen Adnan Menderes'ten gelen ilk "sıhhat haberi"ne karşılık, fedakâr eş Berin Hanım şu cevabî mektubu yazar:
"Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harab olduk.
"Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm.
"Neyse... Çamaşır, para göndereceğim ama, nasıl bilemiyorum. İsteğini bana hemen yaz.
"Aydın, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana duâ ediyoruz. Sıhhat ve selâmetle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz."
50 kelimelik mektuplar
Yassıada'ya toplatılıp aylarca sorgulanan mazlûm Demokratların mektuplaşmalarına kelime limiti getirilmişti. Aileleriyle, dostlarıyla olan mektuplaşmalarında, en fazla 50 kelime yazabilirlerdi. Limiti aşan kelimeler, anında sansürleniyordu.
Menderes çifti, bu 50 kelimelik tasarruf hakkını, sadece birbirleri için kullandı. Başkaca hiçkimseye, hiçbir mektup yazmadılar. Ancak, buna rağmen düzinelerce iftiralara uğradılar.
Karşılıklı mektuplar, çoğu kez zamanında ulaşmaz, ulaştırılmazdı. İşte, bu durumdan yakındığını da ifade eden Menderes'in mektuplarından bazı cümleler:
"Berin'im,
“İki gündür mektup alamadım...”
* * *
"Berin'im,
“Dün de mektup gelmedi, 9 tarihinden sonra alamadım.
“Neredesin? Onu dahi bilemiyorum, teessürümü tahmin edersin...”
* * *
"Berin'im,
“Dün, 10'dan 14'e kadar 7 mektubunu aldım. Bunlar mektup değil, her kelimesi bir damla gözyaşı. Ve bunlar içime damla damla aktı...”
* * *
Hazân mevsimi hüzünlü olur. Yassıada'nın hazânı ise, yakıcı bir alev gibi hüzünlendirir insanı.
Zira, böylesi bir hazân mevsiminde, tutundukları hür irade dalından kopartılan üç güzide vatan evlâdının boğazına idam ilmiği geçirildi ve hoyratça savruldu bir avuçluk ada toprağına.
Ve, o toprak parçası, tüm Anadolu halkının gözünde adeta bir elem katresine dönüştü.
O güzide şehitler için katre katre hazin gözyaşları akıtırız da, darbeyi yapanların o kaskatı yüreğini bir nebzecik olsun yumuşatamadık.
Bir türlü nedamet etmedikler, pişmanlık duyduklarını söylemediler.
Ne yazık ki, onlara göre hâlâ "Şartlar olgunlaşırsa, darbe meşrû olur"muş.
Oysa, şartları olgunlaştıran da yine kendileri...
Yassıada cehennemine hapsedilen Demokratların kendi aileleriyle yaptıkları mektuplu yazışmalarına bile müdahale edilmiş ve 50 kelimeyi aşan mektuplarına yasak konulmuştu.
(Devamı var)