Gaye gibi vesilenin de hak olması lâzım. Yoksa ileri gidilmez. Gaye ile vesile yer değiştirmemeli. Muvaffakiyet için, bunların mahiyet ve ehemmiyet derecesine dikkat ile riayet etmek lâzım. Aksi halde, tevfiksizlikle cevâb-ı red alınır.
Risâle-i Nur Talebeleri için imâna hizmet, en büyük gayedir. Bu hizmetin neticesi, Cennet-i âlâdan da hadsiz derece âlâ olan rızâ-i İlâhi’dir. Başka bir şey değildir ve olamaz.
Gaye uğrunda yapılacak hizmetler ise, hikmetle iş görülen şu dünyada illâ ki sebeplerle, vesilelerle, vasıtalarla olur. Başka türlü olmaz.
Bu da bize açıkça gösterip ders veriyor ki: Bir gayeye, bir hak dâvâya hizmet eden vesilelere, vasıtalara karşı gelinmez. Onlara muhalefet edilmez, düşman olunmaz.
Bu noktada bir misâl: Risâle-i Nur’daki kudsî hakikatler asıl dâvâ, temel gayedir; bu gayeye hizmet eden vasıtalar ise gazete, dergi, kitap, radyo, tv, internet gibi unsurlar, yahut enstrümanlardır.
Bilhassa dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Dâvâ ile vesile, gaye ile vasıta hiçbir sûrette birbirine karıştırılmaması lâzım. Ne mahiyetleri, ne de sıralamaları itibariyle...
Sıralamada gayet, liste başıdır, en yüksek makamdadır. Vesile, vasıta ise onun altındadır.
Lâkin bu durum, vesilenin basitliğini, ehemmiyetsizliğini göstermez. Zira, o yüksek makamlara da yine sebep, vesile, vasıta basamaklarından çıkılır.
İşte, bu müstakîm ölçü ve prensiplerden hareketle şunları söylemek mümkün:
• Geniş İslâm dairesi içinde yer alan Risâle-i Nur Talebeliği, hususî Nur dairesi içinde asıl gayeye matuf bir “üst kimlik” mahiyetini taşıyor.
Gazete ve sâir neşriyat hizmetlerinde bulunmak, bu dairede çalışmak ve bu mânâdaki mensubiyet ise, gayeye vasıtalık hizmetini deruhte eden bir “alt kimlik” mahiyetindedir.
• 45 yıldır umumî itimada şâyân bir medya markası haline gelen Yeni Asya, inandığı hak dâvânın haklı bir vesilesi, vasıtası olma iddiasındadır. Zaten, sebeb-i hikmeti budur.
Bir başka ifadeyle Yeni Asya, Risâle-i Nur’un matbuattaki lisânı, yani nâşir-i efkârı olmaya çalışıyor.
Bu mânâdaki bir hizmeti deruhte etme gayreti, onun için şândır, şereftir, hatta vesile-i rahmet, bereket ve sıyânettir.
• Risâle-i Nur dairesi içinde bulunan bütün şâkirdler, bizim hakikî, hakikatli kardeşimizdir.
“Rey-i vâhid, şahs-ı vâhid”e bağlı olmayan, gazete, neşriyat gibi vasıtalara ve sâir hak vesilelere muhalefet etmeyen bütün ihvanlarımızla muhabbetdârâne münasebetdârız. Risâle-i Nur üst kimliğinde birleşir, kaynaşırız. Ortak paydalarımız çoktur.
Risâle-i Nur’un geniş, cihanşümûl “şahsiyet-i mâneviye” dairesi içinde hepimizin yeri vardır. Maksatta, hedefte, yani ana gayede bir ve beraberiz. Daima hâlleşir ve helâlleşiriz.
Hak olan vesilelerde, vasıtalarda ise, bazı farklılıklar olması gayet normaldir. Fıtrata aykırı da değildir. Yeter ki, yek-diğerine karşı red ve inkâr vaziyeti alınmasın. Yeter ki, vesilelere, vasıtalara karşı hasmâne tavırlar takınılmasın.
Zira, vesile-vasıta denilen şeyler, aynı zamanda birer ilânât hükmüne geçiyor. İlânât hükmüne geçen sebeplere ise, muhalefet etmek yerine, ibretle ve nazar-ı hikmetle bakılır.
İşte, bu sırdan dolayıdır ki, Üstad Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte mâruz kaldığı hapis ve mahkeme gibi zâhiren şer sûretinde görünen sıkıntılı hadiseleri bile “hizmet-i imâniye”ye dikkat nazarları celp eden birer vesile ve ilânât mânâsında yorumlamaktadır.
İki farklı Risâle’de aynı hakikate parmak basan o aziz Üstad, şunları söylüyor:
“Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imâniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur. İşte, hapsimizle, Nurlara nazar-ı dikkat celb olunur, bir ilânat hükmüne geçer.”
(Lem'alar, s 265)
“Hem, meselemizi (mahkemeyi) uzatmada, Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celb etmesinden, onları okumasına bir umumî dâvet ve resmî bir ilânat hükmünde, işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imâna menfaatlere vesiledir.”
(Şuâlar, s. 443)
* * *
Bilhassa son 20-30 yıldır hapis, sürgün, mahkeme gibi sebepler, vesileler yok. (Olanlar da mevziî.)
Demek ki, gayeye dâvet ve ilânât için, müsbet-meşrû başka vesilelere, vasıtalara ihtiyaç var.
İşte, bunlar da neşriyat, matbuat, mevlid, konferans, seminer ve bermutad Nur dersleri gibi hayırlı sebepler, vesilelerdir.
Bu vesileleri asla küçümsememeli. Hor ve hakir görmemeli. Aleyhine geçmemeli...
Zira, Kâinatta cârî olan “ism-i Hakîm” bunları iktiza ediyor.
İsm-i Hakîm dürbünüyle bakıldığında, en uzak şeyler yakına geliyor. En zor işler kolaylaşmaya, en girift olmuş düğümler bir bir açılmaya, en çetin hizmetler adım adım inkişafa başlıyor.
İşte, bu muazzam ve hakikatli inkişafın sırrına mazhar olabilmek için, “vesile”yi “gaye”nin yerine ikame etmemeye, sâniyen, vesileyi basit görmemeye, ona hor ve hakir bir nazarla bakmamaya bilhassa dikkat etmek lâzım geliyor.
* * *
Hülâsa: Kudsî umumî hizmetlere bu ölçü ve prensipler müvacehesinde bakılarak vazife taksimi yapıldığında, hem sıkıntılar izâle olup işler kolaylaşır, hem de engel tanımayan fıtrî meyelân ile hizmetlerde maddî-mânevî terakki meydana gelir.
@salihoglulatif’ten
Seçim kampanyaları şirazeden çıktı.
Seçmen kitlesi adeta enayi yerine konuluyor.
Güya mahallî seçimler yapılıyor. Ama, belediye hizmetleri hariç hemen herşey konuşuluyor.