Rusya’dan sonra Çin’i de etkisi altına alan komünist-sosyalist cereyan, 30 Eylül 1949’da devrim yaparak iktidarı ele geçirdi. Hareketin lideri ise Mao Zedung.
Böylelikle, aynı ülkede yaşayan Müslümanlar için de zulmün milâdı başlamış oldu. Tıpkı, 1943’de Batı’da iktidara gelen Tito’nun başta Boşnaklar olmak üzere Balkanlar’daki Müslümanlara yönelik olarak şiddetli bir zulüm ve baskı rejimini kurması gibi.
Evet, o tarihten tâ 1995’e kadar Balkanlar’da devam eden kanlı mezalim ne ise, Asya’da ve özellikle Çin’de Doğu Türkistan ve Uyguristan’da Müslümanlara karşı tatbik edilen insanlık dışı vahşet aynıdır.
Bu hatırlatmaların ardından, biz şimdi “günün tarihi”ne dönelim.
*
Çin Komünist Partisi (ÇKP) lideri Mao Zedong (Çe–tung), devrimden sonraki 1 Ekim (1949) günü meşhûr Tiananmen Meydanı’nda yaptığı açıklamada Çin Halk Cumhuriyetini kurduklarını ilân etti.
Çin’de 1921’den beri—tıpkı Rusya’daki Menşevikler ve Bolşevikler gibi—Komünistler ile Guomindang cephesi arasında bir fikir ve iktidar mücadelesi yaşanıyordu.
Komünist Rusya’nın ve özellikle de Stalin’in gizli–açık her türlü desteği sağlaması sayesinde, ÇKP giderek güçlendi. Komünistler, otuz yıla yaklaşan kanlı iç savaşların neticesinde, Guomindang cephesini çökerterek iktidarı ele geçirdi.
Çin’de Mao’nun ismi ile özdeşleşen komünist iktidar, kendi varlığını korumak ve sürdürmek maksadıyla, gayet sert, radikal ve bir o kadar da kanlı olaylara sahne olan yıkıcı politikalar uyguladı.
*
1966’da yapılan Kültür Devrimi’nin ardından, ideolojik ağırlıklı eğitim sistemi Çin’in geneline yayıldı. Buna muhalefet edenler, acımasız bir şekilde ezildi.
Mao’nun tahakkümleri altına giren koca Çin kıt’asında, devrimler, değişimler, çalkantılar uzun yıllar devam etti. Ancak, Stalin’in ölümünden sonra (1953), en büyük müttefikini kaybeden Mao’nun işi de zorlaştı.
Mao, ülkesini tam komünist yapamadığı gibi, eski gelenekleri de tümüyle silip yok edemedi. Bir ara milliyetçilik dalgası (nasyonal sosyalizm) hortladı. Böylelikle, Çin’deki sosyal ve siyasî tablo daha da karmaşık bir hale geldi. Maoizm, bir ileri bir geri hareket etmekle tereddütler içinde bocalayıp durdu.
*
Çin’de baş gösteren karmaşa, Mao’nun ölümünden (1976) sonra da devam etti. Çin, Mao’nun çizgisinden uzaklaşmaya ve onu unutturmaya çalışmakla beraber, Maoizmin, yani komünizmin yol açtığı tahribattan bugün de kurtulabilmiş değil.
Çin’deki en yıkıcı faaliyetlerden biri de, özellikle Müslüman Türkler’e (Uygurlar, Doğu Türkistanlılar) uygulanan baskı, yıldırma ve asimilasyon politikalarıdır.
Seksen–doksan yıldır, iktidarların el değiştirmesine, hatta rejim değişiklikleri olmasına rağmen, Müslümanlara karşı uygulanan zalimane baskılar hiç değişmeden günümüze kadar geldi ve bugün de maalesef artarak devam ediyor.
Çin hükümeti, bırakın erkekleri, bugün sayılamayacak kadar çok Müslüman Uygur kadınını bile tutuklayarak zindanlarda işkenceden geçiriyor. Aileleri paramparça ediyor. İnsanlık dışı yöntemler uyguluyor. Bahane olarak, neden kontrolsüz şekilde çocuk doğurduklarını öne sürüyorlar ki, bunun hakikaten insaniyetle, hakkaniyetle ve adâletle hiçbir münasebeti yoktur.
HÜLÂSA
* Batı’da ve Balkanlar’da durum biraz sakinleşmiş ve normale doğru bir gidiş var gibi görünüyor. Müslümanlar, eskisi kadar ciddî bir sıkıntı ile karşı karşıya değiller.
* Hıristiyanlığı reddeden Rusya, önce komünist (ateist) oldu; sonra bundan vazgeçerek demokratikleşmeye başladı. Hıristiyanlığa geri dönemediği için de, İslâmiyetle müsalâha yapma cihetine gidiyor.
* Çin ise, dinî noktada orta yerde kalmış bir şaşkına dönmüş durumda. Komünizm bitti, Budizm canlanamıyor, İslâmiyete karşı da bir muaraza vaziyeti görünüyor. Bakalım ne olacak bu koca Çin ülkesinin hali…
En büyük arzu ve temennimiz, bilhassa Doğu Türkistan’da uzun zamandır ve halen uygulanmakta olan zulüm ve baskı politikalarından vazgeçilmesidir. Tabiî, burada Türkiye ve diğer İslâm ülkelerine de mühim vazifeler düştüğünü hatırdan çıkarmamak gerekiyor.