Bundan 56 sene evvel bugün, genç demokrasimiz çok ağır bir darbe aldı.
Ordu içinde inisiyatifi ele geçiren azılı bir cunta, iktidardaki Demokrat Partiye karşı vahşiyane bir darbe gerçekleştirerek, bu vatan ve millete telâfisi imkânsız büyük zararlar verdiler; kelimenin tam anlamıyla “kanlı bir ihanet”te bulundular.
Hem orduya, hem hükümete darbe
Çoğunluğunu binbaşı ve albayların teşkil ettiği bir silâhlı cunta, 27 Mayıs 1960 gecesi harekete geçerek çifte darbe yaptı.
Birinci darbeyi, seçimle işbaşına gelmiş olan meşrû Demokrat hükûmete karşı yaptı.
İkinci darbe ise, cuntanın da bizzat içinde bulunduğu orduya karşı yapılmış oldu.
Bu düşük rütbeli cunta, ordunun hiyerarşisini bozmakla kalmadı, başlarındaki Genelkurmay Başkanı Erdelhun Paşanın yanı sıra diğer generallerin de büyük çoğunluğunun dahil olduğu beş binden fazla subayı zoraki bir şekilde emekliye sevk etti. (Bu gaddarca müdahale, bir bakıma “orduyu lağvetmek”le eşdere bir anlam taşıyor.)
Daha sonra “Eminsular” ismi alan bu darbe mağduları hakkında kısacık bir bilgiyi aktararak konuya devam edelim. Eminsular, yani “Emekli İnkılâp Subayları”, Ağustos (1960) ile Şubat (1961) ayları arasında zorla emekliye sevk edilmek sûretiyle ordudan atılan binlerce subayın kurmuş olduğu derneğin ismidir.
235 general ve amiral ile 5000 kadar mağdur durumdaki subayın kurmuş olduğu bu derneğin asıl maksadı, âdil bir mahkeme ile yargılanmak ve yeniden ordudaki vazifelerine dönmek idi.
Ne var ki, Millî Birlik Komitesini gayet sert ve keskin tavrı karşısında müsbet bir netice alamadılar; dolayısıyla, mağduriyetleriyle başbaşa kalmış oldular.
Yassıada Zindanları
Edebiyatçıların çoğu bilir, Faruk Nafiz Çamlıbel’in (1898-1973) “Han Duvarları” isimli gayet veciz ve dokunaklı uzunca bir şiiri var.
1946’da Demokrat Partiye giren Çamlıbel de, sayıları 600’ü bulan diğer Demokratlarla birlikte Yassıada’ya sevk edilir.
Duruşmasında “parti içindeki muhalif kanat”tan olduğunu belli etmekle beraber, Menderes veya bir başka arkadaşının aleyhinde tek kelime etmez.
Buna rağmen, diğer mazlûmlar gibi kendisi de insanlık dışı türlü muamelelere maruz kalır. Ada’da çok büyük sıkıntılar görür. Öyle ki, kişiyi canından bezdirecek türden.
Zaman içinde, orada yaşadıklarını ve şahit olduğu gayr-i insanî muameleleri şairâne bir edâ ile mısralara döker.
Bunları, meşhûr “Han Duvarları”na da bir nazire olacak tarzda “Zindan Duvarları” ismiyle neşreder.
Hiçbir yerde derli-toplu şekilde bulamadığımız bu şiirlerin, ayrıca iki ayrı başlık altında bir araya getirildiğini tesbit ettik: Ada’dan Kıt’alar ve Ölümle Kalım Arasında...
Şimdi, o günleri en tesirli şekilde anlatan bu kıt’aların bir kısmını burada gelişi güzel şekilde takdim edelim.
Biz de Şeyhoğlu Satılmış gibi çizdik duvara;
Nice yıl dillere destân olacak nâmımızı.
Bu canım yurt, ona gurbet, bize zindân oldu;
Geçtiler yanyana tarihe serencâmımızı.
***
Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri;
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.
***
Gün doğar; sohbetimiz yalnız ölümdür adada;
Gün batar; uykuda rüyâmız ölümdür yalınız.
Dersiniz: Böyle cehennem mi olur dünyada?
Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!
***
Kerbelâ akşamında Marmara ufkunda tüten;
Çölü deryaya çevirmiş sel olan göz yaşımız.
Görerek kanlı bulutlarda Hüseyn’in yüzünü,
On Muharrem gibi mâtem tutuyor yılbaşımız.
***
Gece zindanda Yusuflar, sıralanmış yatıyor;
Yüzlerinden okurum sapsarı rü’yâlarını...
Kimi sehpâda görür kendini, çarmıhta kimi;
Ve ararlar yine zindandaki dünyâlarını...
***
Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksân,
Virân yeri birkaç yıla varmaz onarırlar.
Yalnız şu gönül mülkü harap olmaya görsün;
Tamire yetişmez onu dünyada asırlar.
***
Ya gezen bir ölü, yahut gömülen bir diriyim,
Mumyadır canlı da, cansız da bu kabristanda,
Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûm gibi
Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda."
***
Vakit gecenin yalnızlığı, derin bir âlemdeyim
Hüzünlü zindan duvarının manalı seyrindeyim
Dalgalanmış şu yüreğim fırtınalı denizdeyim
Cismen burda ruhen şu anda bir sahra içindeyim
***
Baktım ki sahra ve denizlerde canavarlar bulunur
Kanlı iğrenç dudaklar mazlum kanına yumulur
Kimi diz çökmüş yalvarırken kimileri doğrulur
Aman ya Rabbim her taraftan feryad figan duyulur
***
Kimse cesaret etmezken, daldık bizler bu sahraya
Canavarlarla boğuştuk, yalnız dayandık Hüdâ’ya
Bedende çok yara aldık uğradık her tür belaya
Tökezlendik bedel verdik imanla geldik buraya
***
Bu yol zor ve zahmetliydi niceler yolda kaldılar
Rahatlıkta kükreyenler kaçıp bize taş attılar
Kimi dosttu düşman oldu acıya acı kattılar
Üç beş günlük dünya için ahiretini sattılar
***
Gülistanda nara atan birden baktımki sustular
Kaleminden bal damlayan nasılda zehir kustular
Cephe olup kılıç çekip zalimlerle saf tuttular
Yalanlara aldanıp da fitne peşinde koştular
***
Hakikatte pratikte görmeliydik bu dersleri
Tecrübelerle donattık zorlu geçen bu günleri
Görmeseydik hainleri anlamazdık gerçekleri
Bedel ağır sonu hayr şükür gördük o yüzleri
***
Çok hakikati anladık dertleştikçe bu zindanda
Musibetler bir rahmettir meyve veriyor zamanla
Düçar olduksa belâya ibret al hikmeti anla,
Bir daha düşmeyiz asla donansak halis imanla
***
Birden irkildim ve baktım şükür ki bu mekândayım
Rabbimin büyük lûtfuyla koruması altındayım
Canavarlarla boğuşan mü’minlerin yanındayım
Sana şükürler ey Rabbim, kereminle hak yoldayım
***
Bir avuç toprak, acep kimlere elvermedi ki?
Halkı ırgat sanıyor, kendini çiftlik ağası...
Ne onundur, ne senin; cümlemizindir bu diyâr
Başka sevdâya düşen başlara taş yağası...
***
Ezelî varlığa candan vurulan aşıklar,
Ses alır tâ ötesinden ebedî dünyanın.
Yerin altında devam etmesidir bence ölüm,
Yerin üstünde görüp geçtiğimiz rüyânın.