Said Nursî’ye, eskiden din ve İslâmiyet düşmanları saldırırlardı. Organizeli şekilde karalama kampanyası yürütürlerdi.
Şimdi, aynı görevi “dindar, milliyetçi, muhafazakâr” diye bilinen dengesiz, iz’ansız bazı kişi ve gruplar üstlenmiş görünüyor.
Aslında her iki gürûhun arkasındaki tasarımcı ve azmettirici güç koalisyonu aynıdır: Gizli din düşmanları. Kâfirden daha eşed olan münafıklar. Masonlar. Dönmeler. İnkılâp softaları...
* * *
Evet, başlangıçta, ilk etapta harekete geçenler, gizli İslâmiyet düşmanları idi. Bunlar, kendince az zamanda çok şey yaptılar... Meselâ, ne gibi şeyler yaptılar? Özetlemeye çalışalım:
Bunlar, meselâ sürgüne gönderir, mahkemeye sevk eder, zindana atarlardı.
Bununla yetinmez, aşı bahanesiyle vücuduna zehir şırınga eder, hatta yemesine-içmesine de zehir katıp (19 kez) öldürmeye yeltenirlerdi.
Bununla da yetinmez, yalan ve iftiralarla itibarını kırmaya çalışırlar; “Kürtçü-bölücü” diyerek aleyhinde karalama faaliyetinde bulunurlar; bu sûretle imanlı Türk kardeşlerini ondan soğutmaya vargücüyle gayret gösterirlerdi.
Bu yönde, elli yıldan fazla süren bir saldırganlıkla, kendince bir sonuç almaya çalıştılar. Ama, tam tersine bir netice ile karşılaştılar: Söndürmeye çalıştıkları nur, aksine daha da parladı, memleket sınırlarını aştı, tüm dünyayı dolaştı.
* * *
Son zamanlarda, daha doğrusu 2004’te imzalanan “Yeni Siyaset Belgesi”nin kabulünden sonra ise, saldırganlık işlevi/ameliyesi, “dindar” diye bilinen şahıs ve çevrelere ihale edildi.
Said Nursî’ye yönelik söz konusu saldırganlık, karalama ve çamur atma ihalesi, bu dindar kılıklı herifleri yakan “mutaassıp meslek-meşrep” kaynaklı haset ve kıskançlık ile birleşince, onlardaki “dindar”lık, tam anlamıyla bir kimyevî değişim ile “kindar”lığa dönüştü. Öyle ki, bu şuursuz dindar gürûh, Bediüzzaman’a karşı azgın kâfirlerden ve gayr-ı müslimlerden çok daha sert, haşin davranmaya, yalan ve iftira ile karalamaya, balçık ve çamur atarak Nursî’yi ve Nur Risâlelerini lekedâr etmeye, hiç olmazsa cahil-cühelânın nazarında öyle göstermeye koyuldular.
Tabiî, kasdî karalama ve çamur atma maksatlarına tutup “eleştiri” kılıfını giydirmeye de yeltendiler. Ama, tutmaz.
Çünkü, Said Nursî ve Nur Risâleleri, en az elli yıl (1935-85) müddetle eleştirildi, şiddetli tenkit ve hücumlara maruz kaldı. Bu eserler ve okuyanlar, en az 2000 mahkemeden geçti. Haklarında sayısız bilirkişi raporları hazırlandı. Neticede, açılan bütün dâvâlar beraatle neticelendiği gibi, bütün tenkitlere de mukni cevaplar verildi.
El-vicdan vel-insaf yâhû! Daha ne olsun... Bundan başka daha ne yapılsın ve ne yapılabilir? Özetle: Said Nursî, dâvâsını temsil eden Nur Risâlelerinin bedelini ödedi, müdafaasını tamamladı, tenkitli itirazların izahlı cevabını verdi, velhasıl “sağlama”sını yaptı, öyle gitti.
Şimdi ortaya atılan istisnasız bütün tenkit ve itirazların cevabı Nur Külliyatı’nda mevcuttur. Bunlarla iktifa etmeyen, yahut okumayıp her fırsatta yaylım ateşinde bulunanlar, şüphesiz, başka karanlık odaklara hizmet eden çamur adamlardır. Onlara verilen tetikçilik, militanlık görevini yapıyorlar.
Hiç şüphe edilmesin ki, bunları rezil ve zelil bir âkıbet bekliyor. Hayatta iken rezil olup giden diğer sefiller gibi...
GÜNÜN TARİHİ 02 Mart 1430
Emir Buharî Hazretleri
Yıldırım Bayezid'in damadı büyük evliya Emir Sultan Hazretleri, 2 Mart 1430'da Bursa'da vefat etti.
1368 senesinde Buhara'da dünyaya gözlerini açan Emir Sultan'ın asıl ismi "Muhammed bin Ali" olup lâkabı Şemsüddîn'dir.
Bursa'ya 1391'de hicret etmiş ve rüyâsında Hz. Muhammed'i (asm) gören Yıldırım Bayezid'in kızı Hundî Hatunla evlenmiştir.
Neseben Seyyiddir. Soyu Hz. Peygamberin (asm) torunu Hz. Hüseyin'e dayanır.
Bu mübarek insan Buhara'da doğduğu için, ona "Muhammed Buhârî", Seyyid olduğu için "Emîr Buhârî" ve Yıldırım Bayezid'in damadı olduğu için de ona "Emîr Sultan" denilmiştir.
@salihoglulatif: KAR yağması, çok faydalı; mikroplar azalır; bereket artar. Her yanını mikrop sarmış toplumun üzerine AR yağması, çok daha faydalı; arsızlık-hayasızlık azalır belki...