"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bininci kez Ayasofya

M. Latif SALİHOĞLU
01 Şubat 2017, Çarşamba
GÜNÜN TARİHİ 1 Şubat 1935

Şüpheli ve şaibeli bir Bakanlar Kurulu Kararıyla 24 Kasım 1934’te resmen müzeye çevrilen Ayasofya, 1 Şubat 1935'te ise fiilen müze olarak kullanılmaya başlandı. Yani, “müze açılışı” o gün yapıldı.

Aradan seksen yıldan fazla bir zaman geçti. Bu Müslüman millet, Ayasofya’nın 1935’ten sonraki halini hiçbir zaman kabullenmedi; müze olarak işletilmesini hazmedip içine sindirmedi. Dahası, yeniden cami ve ibadethane şeklinde açılmasını hasretle bekledi, durdu. Bundan asla vazgeçmedi, vazgeçmiyor, vazgeçmez...

Şu aziz ve necib milletin bu manadaki hasret ve beklentisine bizler de aynen iştirak ettiğimiz için, Ayasofya dâvâsını asla gündemden düşürmüyoruz, düşüremeyiz. Bu dâvâyı bütün canlılığıyla her zaman ve her vesileyle gündemde tutmak, ahd û peymânımız olsun. Velev ki, bininci, bin birinci kez olsun... 

Buna binaen, şimdi tekrar 1 Şubat (1935) vesilesiyle, seksen yıldır melûl-mahzûn durumdaki Ayasofya’nın halini bir kez daha tahattur ediyoruz.

* * *

Tarihî geçmişi 1600 yılı aşan Ayasofya mâbedinin bilinenleri kadar, şüphesiz sır perdesiyle örtülü bilinmeyen yönleri de var: San’at ve mimarlık yönü itibariyle harikulâde bir eser olan Ayasofya’nın ilk kez hangi tarihte inşa edildiği, kaç kere yakılıp yıkılarak “hâk ile yeksân” olduğu, yaşanan depremler sebebiyle kaç kere zarar görüp harabeye döndüğü, kimlerin ne zaman soyup talan ettiği, hangi tarihlerde kiliseden camiye, camiden müzeye çevrildiği gibi hususlar az-çok biliniyor.

Ayasofya ile ilgili olarak pek bilinmeyen, açıklanmayan, dahası özellikle gizli tutulmaya çalışılan (devlet sırları gibi) bazı hususların olduğunu asla hatırdan çıkarmamalı. İşte altı çizilmesi gereken önemli birkaç nokta...

Bir soru: Ayasofya’nın dinî cereyana bağlı ibadet yönü mü, yoksa siyasî cereyana bağlı hâkimiyet yönü mü önceliklidir? Suâli biraz daha netleştirip belirginleştirelim: Ayasofya, dinî sembol olarak mı, yoksa hükümranlık sembolü olarak mı daha çok önem kazanıyor?

Şüphesiz, iki yönüyle de büyük ehemmiyet taşıyor. Biraz daha açalım.

Evet, tâ ilk inşasından itibaren mâbet olma özelliğini koruyan Ayasofya’nın diğer bütün mâbedlerden farklı istisnaî bir durumu var. Bu ihtişamlı yapı, onu elinde bulunduranların daima hâkimiyet ve hükümranlık sembolü olagelmiştir. Bizans’a ait hükümranlık mirasının Osmanlı’ya devir-tesliminin bir nişanesi olan Ayasofya’nın statüsünü değiştirenler, “Bizans’tan çok Bizansçılar” olabilir ancak.

Şeflik devrinde Ayasofya’nın minareleri bile yıkılmak istendi. Ancak, buna muvaffak olunamadı.

* * *

İşgal yıllarında, düşman askeri bu mabede ayak basıp da kirletemedi. Ayasofya’yı koruyan bir taburumuz, işgal teşebbüsü karşısında kendileriyle birlikte binayı da havaya uçurmaya kesin kararlıydı. İşte hikâyesi...

’’Mütareke yıllarında (1918-22) İstanbul’un gayr-ı Müslimlerinin Müslümanlara yapmadıkları şımarıklık ve münasebetsizlikler kalmamıştı. Bu meyanda Rum tebaamız, Patrikhane ve İstanbul’daki Yunan kuvvetleri Ayasofya’ya çan takma sevdasında bulunmuşlardı. Bu arzularını müttefiklere bildirmişler, onların bazıları da Yunanlıların bu çılgın arzusunu hoş görmüşler ve muvafık bulmuşlardı. Yunan kuvvetleri başta olmak ve diğer bazı müttefik devletlerin kuvvetleri de onların arkası sıra gelmek üzere, günün birinde ansızın Ayasofya’yı işgal etmeye ve çan takarak kiliseye çevirmeye karar vermişlerdi. Bu kararı biz Fransızlardan öğrendik. O sırada Ayasofya’nın bahçesinde bir tabur piyade askeri yerleştirilmişti. Bu taburun vazifesi cami-i şerifi muhafaza ve icabında müdafaa etmekti.

‘’Tabur kumandanı binbaşı Muhtar Beydi. Ben de Harbiye Dairesi 2. Piyade Şubesi Müdürü idim. Bu haberi alır almaz gittim. Muhtar Bey’i de bu durumdan haberdar ettim. Muhtar Bey’in fikrini sordum. Arkadaşlarımla görüşeyim, dedi. Görüştü. Bir gün sonra verdiği cevap şuydu: Taburumuzun zabitleri ile uzun uzadıya görüştük ve şu kararı verdik: ‘İçinde dört yüz seneden beri namaz kılınan bir cami-i şerifi, bahusus Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri gibi, Peygamber  Efendimizin medh-ü senasına mazhar olan bir Padişahın, pek büyük ve emsalsiz bir kumandanın emanetini nankör, namert, zebunkuş düşmanlara teslim etmekten ise kahramanca ölmek hayırlı bir vazifedir.

‘’Bölüklerin zabitleri bütün efradın fikir ve kanaatlerini sordular. Taburun son neferine kadar ölümü tercih ettiklerini öğrendik. Hepimiz, yani tabur kumandanından neferine kadar bir tecavüz vukuunda sağ olarak camiden çıkmamaya, Kur’ân-ı Kerîm’e el basarak yemin ettik. Allah’a karşı ahdettik. Biz öleceğiz, fakat ölünceye kadar da öldüreceğiz. Yalnız bir arzumuz var. Biz öldükten sonra cami de yaşamasın. O da bizimle beraber ölsün. Bunu da siz temin edin. Ben şimdi Fatih Hazretleri’nin türbesinden geliyorum. Koca Sultanın manevî huzurunda durdum. Taburumun zabitan ve efradı namına ona kararımızı arz ettim. Son nefere kadar öleceğiz, bir tek nefer kalmayıncaya kadar emanetini müdafaa edeceğimize söz veriyoruz, müsterih ol koca Fatih, dedim ve geldim, dedi. Hem kendi ağladı hem beni ağlattı.

‘’Vakıayı amirlerden bazılarına anlattım, muvafık buldular. Derhal taburu takviye ettik, bol miktarda uzun namlulu parabellum tabancaları ile otuz iki fişekli şarjörlerden verdik. Bu suretle o tabancalar dakikada doksan altı fişek atan birer hafif makineli tüfek vazifesini gördüler. Çok miktarda el bombası da verdik. Bundan maada cami-i şerifin münasip yerlerine yuvalar hazırlandı. Oralara tahrip kalıpları kondu. Müdafaa son haddine kadar yapılacak, artık ümit kalmayınca tahrip kalıpları ateşlenecek, hem o anda henüz sağ kalanlar hem de cami binası berhava edilecekti...”

(Ömer Cemal Karabekir)

Okunma Sayısı: 3976
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • CESUR ADAM

    1.2.2017 18:21:39

    AYASOFYA yı korumak ve aslına uygun vazife görmesi,ifası için çabalayan YÜKSEK RUH,FAZİLET,CİVANMERTLİK abideleri neredeee, MAVİ MARMARA yı gönderip hamasi nutuklarla oy toplayıp sonrada üç paraya siyoniste satan zihniyet nereee. Birincisi her halükarda dini mübinin,vatan ve milletin uğruna aziz canlarını feda edenleer. Din,iman,diye diye dindaşını siyoniste,halkını pkk kalleşine,milletin malını yandaşa peşkeş çekenlermi ümmeti muhammedin temsilcisi olacaklar. Olsa olsa YAHUDİ CESARET ÖDÜLÜ almalarına layık olurlar.

  • Ali R. Yardimoglu

    1.2.2017 12:24:52

    Asakirin Muhammediyye....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı