Ara ara çok yoğun bir şekilde gündeme gelen “Bedelli Askerlik” meselesi, bugünlerde yine gündemin önemli maddeleri arasında.
Ayrıca, şunu da ifade edelim ki: Haftalardır, bu konuda çok fazla sayıda mesajlar geliyor. Bazı günler, adeta mesaj bombardımanına tabi tutulmaktayız.
Halkın fikir ve hissiyatına tercüman olmaya çalışan bizler, haliyle bu konuya da ayna tutmak durumundayız.
* * *
Öte yandan, şu bedelli askerlik meselesi, Osmanlı döneminde de zaman zaman gündeme gelmiş ve uygulaması yapılmıştır.
Bir Yemen Türküsü’nde ifade edilen aşağıdaki mısralar, bu konuda gayet açık ve net bir fikir veriyor:
Yemen yolu çamurdandır
Karavanam bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
Tarlalarda biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Şol Yemen’de can verenler
Biri Mehmet, biri Memiş
Şüphesiz ki, şu “can verme” bedelinin yerini başka hiçbir şey tutmaz, tutamaz...
* * *
Her şeye rağmen ve her hal û kârda, bedelli askerlik kapısını yine de kapatmamalı ve daima açık tutmalı. Çünkü, ister istemez, yani elde olmayan sebeplerle buna ihtiyaç hasıl olabiliyor.
Bu ihtiyaç, bazen de şiddetleniyor ve adeta zaruret halini alıyor.
İşte, biz de bu ihtiyaca binaen, bundan tam yedi sene evvel (1 Eylül 2010) bugün “bedelli askerlik kapısının” niçin açık tutulması gerektiğine dair bazı sebep ve gerekçelere temas etmişiz.
Şimdi, söz konusu o yazının geniş bir özetini takdim ediyoruz.
* * *
Bedelli askerlik kapısı, ihtiyaca binaen hep açık tutulmalı.
Zira, o kapıyı bütünüyle kapamak, özellikle yaşı 30'u geçmiş on binlerce vatandaşın ümidini, hayalini kırmak, hesap ve beklentilerini alt üst etmek demek anlamına gelir.
Askerlikten keyfi sebeplerle asla kaçmamalı. Bu türden kaçmaların önünü her türlü meşrû yollarla kapamalı, kapamak için tedbirler alınmalı.
Fakat, sayısız insanın "özel durum"ları da göz ardı edilmemeli.
Kaldı ki, dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde zarurî askerliği kaldırma, yerine bedelliyi ikame etme cihetine gidiliyor.
Dolayısıyla, fiilen askerlik yapmamayı, sanki vatana ihanet etmekmiş gibi algılanmamalı.
Dünyadaki uygulamalar da bir yana, Türkiye'de geçmiş dönemlerde defaatle tatbik edilen bir "bedelli askerlik" vakıası var karşımızda.
Eskiden "bedel-i nakdî" denilen bu vak'aya, yakın tarihte, hatta 12 Eylül (1980) Darbesinden sonraki dönemlerde de çok bariz şekilde şahit olduk.
Bir kere, 1980’lerde çok büyük bir yığılma hasıl olmuştu. Vakti gelip geçtiği halde, askere gitmeyen, yahut gidemeyenlerin sayısı yüz binleri bulmuştu.
1981'in hemen başlarında süre kısaltıldı ve "dört ay askerlik" uygulaması başlatıldı.
Hasıl olan yığılma bununla da telâfi edilemedi ve "bedel ödemek şartıyla" süre alabildiğine kısaltıldı.
Bundan da, ne ülkenin, ne de münhasıran askeriyenin herhangi bir kaybı, bir zararı olmadı.
O halde, imtiyazlı, keyfiliğe kaçan ve meşrûiyet dışına çıkan bütün yolları kapamak şartıyla, bedelli askerlik her zaman için Türkiye'nin gündeminde olmalı; yani, bedellinin kapısını asla kapama cihetine gitmemeli.
Kapı kapatıldığı takdirde, zarar ve mahzurun çok daha büyük olacağı hatırdan çıkarılmamalı.
***
@salihoglulatif:
Önce tarik mi, refik mi?
Şüphesiz ikisi de önemli.
Fakat "Zaman şahıs
zamanı değil..."
Ferde-şahsa güven kalmadığı için, öncelik sırası yol, tarik, kıble, istikamette olmalı.
***
Eski Said'in İstanbul'da ve kendi memleketinde binlerce talebe, refik ve yardımcıları vardı. Yine de hizmeti sınırlı ve nisbeten tesirsiz kalıyordu.
Yeni Said döneminin Barla'sında ise, ihlâs temelli kardeşlik (bir şahs-ı mânevîyi temsil eden cemaat) mesleğinin şuuru mayalandı.
***
Hayırlı, huzurlu bayramlar dileğiyle, tebrik ve duâlar.