İŞID’ın kendisini İslâm’ın temsilcisi olarak gördüğü için kendilerini Hz. Peygamber (asm) dönemiyle özdeşleştirip dinin bizzat aslı saydıkları için, kendileri dışındakileri rahatlıkla İslâm dışı, kâfir, mürted, kanının akıtılması helâl olarak görebiliyorlar. Özellikle Şiîler ile aralarında tarihî bir düşmanlık vardır. 1802 yılında Kerbelâ’yı basıp on bine yakın Şiî’yi katleden Vehhabilerin yaptıkları günümüzde de Selefiler tarafından yapılmaktadır.
Devletler arası çatışmalar zaman zaman mezhep boyutuna taşınmakta mezheplerin her iki tarafının ulemasına verdirdikleri tekfir edici fetvalar Müslümanlar arasında sıkıntı meydana getirmektedir. Bunun temelinde siyasî ve ekonomik çıkarlar da vardır. Siyasiler radikal grupların aşırı fikirlerinden istifade etmekte ve onları kullanmaktadırlar.
Mezheplerin çıkışı da Hariciler ve Şiîlerde olduğu gibi siyasî tutum farklılıklarından kaynaklanmıştır. Çıkar yüzünden kardeşler bile birbirlerine girmektedir. Selefilik veya Cihadî Selefiliğin hedefinde Şiîlerin olmasının veya Vehhabiliğin Şiîlerle problemi olmasının temelinde bu sebeplerin yattığı bilinmektedir. Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerindeki nüfus büyük oranda Şiîlerden oluşmasına konunun uzmanları tarafından sık sık dikkat çekilmektedir. Bu demektir ki sorunun temeli ekonomik ve siyasîdir. Mezhep ise kendi yaptıklarını meşrû gösterme kılıfı olarak kullanılmaktadır.
İslâm dünyasında bu akımlara karşı bir bilinç ve savunma mekanizması geliştiriliyor mu? Bu tür grupların, kendi ayakları üzerine basan yeni bir İslâm medeniyeti ortaya çıkana kadar belirleyici etkileri devam edeceği anlaşılmaktadır. Bizim burada ifade etiklerimiz veya İslâm dünyasındaki birtakım uzlaştırıcı yaklaşımlar, Müslümanlar özgüvenden eksik ve dış müdahalelere açık olduğu sürece pek fazla karşılık bulmayacaktır. Kanaatimce ne zaman güçlü bir İslâm dünyası ortaya çıkar, o zaman bu ve benzeri aşırı grupların çeşitlilik ve renklilikten öte bir etkisi olmaz.”
Kaynak: http://www.on5yirmi5.com/roportaj/guncel/olaylar/160479/isidin-beslendigi-selefi-dusunce-nedir.html
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Görüşü
“IŞİD ve benzeri radikal yapılara karşı ne yapılabilir?” sorusuna Prof. Dr. Mehmet Görmez şöyle cevap vermiştir: “Ölmek veya öldürmenin İslam’ın kaideleri içerisinde olmadığını anlatmak, oradan başlamak gerekiyor. Bir de İslam’ın insanın aklını yok sayan bir din olmadığını, Allah’ın insandan böyle bir şey istemediğini, anlatmak.”
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez gazeteci Ruşen Çakır’a verdiği bir Roportajda El-Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin Selefilikle ilgisi olmadığını ve siyasî bir hareket olduğunu belirtmektedir. Afganistan ve Irak’ın yabancı güçler tarafından işgalinin halk üzerinde uyandırdığı tepkinin Selefilik gibi dinî bir temele dayandığını iddia eden radikal terör örgütlerine fırsat verdiğini ifade etmektedir.
Mehmet Görmez ayrıca “Silâh ve şiddete dayalı hareketleri sadece bu Selefi yaygınlaşmayla izah edemeyiz. Selefi tabiri tarihsel olarak bilinen bir tabirdir. Çağımızda bu Selefi tutuma benzer hareketlere yeni Selefilik denmektedir. Ancak bu Selefi yaklaşımlar kendi içinde çok çeşitlilik arz eder. Selefi tutum sadece İslâm’la ilgili bir husus değildir hemen hemen bütün dini yapılarda bu tarz bir tutum vardır. Öze dönüş olarak ifade edilen bu yaklaşım tarihsel süreç içerisinde İslâm toplumlarında hep olagelmiştir, ancak bu tutumun egemen olduğu söylenemez” demektedir.
Mehmet Görmez Selefiliğin ilmî selefîlik olarak doğduğunu daha sonra “Cihad” kavramına şiddet unsurunu ekleyerek ilmî selefîlikten radikal söyleme kaydığını oradan da siyasî gücü arkasına alarak evrim geçirip kriz dönemlerinde savunma ideolojisine dönüştüğünü ifade eder. Selefi düşüncenin bu şekilde üç evreden geçtiğini söyler. Birincisi, Müslümanların yabancı kültürlerin etkisinde kalması ile “Biz ne hale geldik?” diye öze dönüşü başlatanlar. Bunlara “Ehl-i Hadis” denilmektedir. İkinci dönem Moğol istilâsı ile İbn-i Teymiye’nin başlattığı dönem. Üçüncüsü de Osmanlının zayıflamasından sonra Abdulvahhab ile başlayan dönemdir. Ancak Afganistan, Filistin, Bosna, Çeçenistan, Irak ve Suriye’nin işgalinden sonra büyük bir travma geçiren Müslümanların şiddet eğilimliler Selefilik adı altında siyasî şiddete dönüşmüştür demektedir.
“Başımıza gelen felâketler ve sıkıntıların Kur’ân’dan uzaklaşma olarak gören bir yaklaşım daima varolagelmiştir” diyen Görmez, Selefiliğin de bundan kaynaklandığını, öze ve Kur’ân’a dönme fikri ile ortaya çıktığını belirtir. “Ancak bu dönüş nasıl gerçekleşecektir?” Bu sorunun cevabını bulmakta sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Osmanlı döneminde de Kadızadeler hadisesi, Vehhabilik hareketi hep Selefî bir düşünceyi içinde barındırmıştır” der.
Görmez devamla “Ama ne ki bu yaklaşımlara Selefîlik diyemeyiz. Çünkü, pratikte günümüzdeki Selefî olduğunu iddia eden akımlar içinde taassubu ve bağnazlığı barındırmaktadır. Kendi fikirlerini herkese zorla dayatmaya çalışmaktadırlar. İnhisarcı ve dışlayıcı bir tutum içindedirler. Bu tutum inançta samimiyeti, ibadetteki içtenliği, Allah sevgisinin mahlûkata şefkat olarak yansıtılması, hukukun korunması ve ahlâkî faziletlerin yaşanması gibi hakikatleri içinde barındıran gerçek selefilikle ilgisi yoktur. Şiddet ve zulüm üreten sonuçları ile gerçek Selefilikten ayrılmaktadır.”
“IŞİD vb. hareketleri salt dinle ve dinî anlayışlarla izah edemeyiz” diyen Görmez, “Bütün bu coğrafyalarda yaşanan travmaların sonunda böyle bir zemin var olmuştur. Siz Irak işgalinden sonra 1,5 milyon insanın öldürülmesi ve milyonlarca insanın yaralanması, yine bir o kadar kadının tecavüze uğramasından bağımsız bunları düşünemezsiniz. Yaralı bilinçler oluşmuştur tüm İslâm dünyasında. Yaşanan bu hadiseler adeta topyekûn toplumsal bir kusmadır. Elbette kusma bir hastalığa ve sağlıksızlığa işarettir” demektedir.
“IŞİD’in Hilâfet ilân etmesinin İslâm toplumunda karşılık bulabilir mi?” sorusuna DİB Mehmet Görmez şöyle cevap vermektedir:
“İslâm’da aslolan imanî bir derinlikle kişilerin nefislerde yapacağı değişimdir. Kur’ân’ın toplumsal yasası nefislerin değişmesiyle toplumun değişebileceğidir. Tepeden inmeci bir toplum dizaynı özünde İslâmî değildir. Sizin hilâfeti ilân etmeniz bir anlam ifade etmez. Kitlelerin bu konuda ne düşündüğü önemlidir. Kaldı ki bugün İslâm dünyasında öncelik uhuvvetin, muhabbetin ve bunlara dayalı bir ittihadın gerçekleşmesi gerekir. Siyasî anlamda bir hilâfet anlayışının ve bu tarz hilâfet teorilerinin bir gerçekliği yoktur. İslâm coğrafyasının kardeşliğe dayalı yardımlaşmaya dayalı bir dayanışma her şeyden önceliklidir.”
“İslâm devleti/İslâmî devlet” kavramının bu örgüt tarafından sahiplenilmesine ne diyorsunuz?” sorusuna da “İslâm ahlâka, adalete, hakka ve hukuka dayalı bir toplum inşa etme hedefini dinin özünde ve içinde görür. Bu anlamıyla İslâm toplumsallıktan uzak bir birey dini değildir. “İslâm devleti” tabiri modern bir tabirdir. Çerçevesi ve sınırları belirlenmiş bir devletten ziyade İslâm’ın öngördüğü toplum yapısı emanet, ehliyet liyakat ve meşveret özlüdür. Yoksa tepeden inmeci bir devlet dini empozesinde bir İslâm toplumunun inşası İslâm’ın çağrısına uygun değildir.”
“Türkiye bu tür yapılarla mücadele etmede nasıl bir rol ve misyon üstlenebilir?” sorusuna da “İslâm evrensel mesaj içeren bir dindir. Gerek mahalli ve gerekse tarihsel uygulamalar esas alınarak İslâm’ı buna göre yorumlayarak dini anlama biçiminden bir medeniyet inşa etmek mümkün değildir. Elbette İslâm Peygamberinin (asm) vefatından kısa bir dönem sonra başta Arap Yarımadası olmak üzere bir taraftan Asya’nın en iç noktalarına ve uzak doğuya, diğer taraftan Akdeniz kıyılarından Avrupa’ya, İran’dan Mısır’a ve Anadolu’nun içlerine Diyarbakır’dan Malatya’ya kadar birçok yere ulaşarak birçok kültürle iç içe olarak İslâm yaşanılır hale gelmiştir. Sahabenin marifetiyle gerçekleşen bu inanılmaz yaygınlaşma Peygamberimizin (asm) terbiyesinden geçen Ashab-ı Kiram’ın hangi dili ve tutumu buralara taşıdığını bize göstermektedir. Bu dil İslâm’ın evrensel diliydi ve İslâm’ın her şart ve şartlarda yaşanılabileceğinin gösterilmesiydi.
Arap İslâmı, Türk İslâmı, Avrupa İslâmı vb. tabirler son dönemlerde kullanılan tabirlerdir. Bunlar dini olmaktan ziyade sosyolojik tanımlamalardır. İslâm’ın evrenselliği bir uygulamanın her yerde aynen uygulanmasından ziyade İslâmîhakikatin her zaman ve zeminde uygulanabilmesiyle ilgilidir. Mahalli şartların getirdikleri evrensel bir hakikat gibi herkese dayatılmaz” şeklinde cevap verir.
“IŞİD’in bayrağında Peygamber Mührünü” kullanmasının ve adına “İslâm Devleti” demesinin doğrudan İslâm’ı mağdur ettiğini” söyleyen M. Görmez “IŞİD’in bu sembolleri kullanmasının başka ülkelerde yer alan Müslümanlar için güvenlik riski oluşturuyor. Hem dışarıdan hem içeriden bu konunun en büyük mağduru İslâm’ın kendisidir” demektedir.
“İntihar eylemlerinin dinî hiçbir temeli yoktur” diyen M. Görmez “İslâm’ın insanlığa getirdiği en büyük erdemlerden birisi savaş hukukudur, savaş ahlâkıdır. Savaşta da olsa insanlar bir ahlâk ve hukuk çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Bu eylem türü zannediyorum ilk olarak Filistin’de ortaya çıktı. Bu, kapana sıkışmışlığın, çaresizliğin bir dışavurumuydu. Daha sonra meşrûiyet kazandırdıkları bir yönteme dönüştü. Ama durum ne olursa olsun masum insanları olumsuz şekilde etkileyecek bu metoda başvurmanın İslâmî temeli yoktur. Tamamen modern zamanın ortaya çıkardığı bir eylem modelidir” demektedir.
“İŞID ve benzeri radikal yapılara karşı ne yapılabilir?” sorusuna cevap olarak da DİB Mehmet Görmez şöyle demektedir: “Ölmek veya öldürmenin İslâm’ın kaideleri içerisinde olmadığını, İslâm’ın insana hayat vermeye geldiğini ve İslâm ile birlikte insana hayat vermek için gönderilen bir din olduğunu anlatmak, oradan başlamak gerekiyor. Bir de İslâm’ın insanın aklını yok sayan bir din olmadığını, bunları yok sayarak dinî metinleri bir kanun metnine dönüştürerek onları anlamanın murad-ı İlâhiye de aykırı olduğunu, Allah’ın insandan böyle bir şey istemediğini, anlatmak... Dindarlık nedir? Allah’ın yeryüzünde insanoğlunda murat ettiği şeyleri yapmaktır. O murat ettiği şeyleri siz dinî metinleri kendi bağlamından kopararak insanın aklını ve istidadını yok sayarak kendiniz yorumladığınızda veya birilerinin yorumunu esas alarak bunu tanzim etmeye kalkıştığınız Allah’ın muradına eremezsiniz derim.”
Ayrıca “Dini ve İslâm’ı çağımızı kuşatacak şekilde anlaşılmasına zemin hazırlamamız gerekir. İslâmî yapılar bu bağlamda kendilerini sorgulamalıdır. Çağın dilini kavrayarak bir anlatım tarzı, ancak İslâm’ı anlamada gelecek kuşakların idrakinde bir karşılık oluşturabilir. Buna uygun bir dili mutlaka keşfetmemiz gerekir” demektedir.
Kaynak:
http://rusencakir.com/Diyanet-Isleri-Baskani-Mehmet-Gormezle-Selefilik-ISID-ve-Turkiye-uzerine-soylesi-tam-metin/3016