-Demokrat Başbakan - İslâm Yaşar’ın Kaleminden... -36-
Ailenin en küçük ferdi olan Aydın, aylar sonra çıkan izinle yaptıkları görüşmede babasına ‘Üzülmeyin, gam çekmeyin, bu millet sizden ve sizin hatıralarınızdan kopmayacaktır. bütün olup bitenlere rağmen sizi çok daha fazla seviyor, özlüyor ve sizi ilelebed unutmayacaktır’ diyerek moral vermeye çalışacaktı, ama diyemedi.
16 Ağustos 1960 tarihinde başlayan soruşturmada, bitkin olduğundan ve takatsiz kaldığından ancak bir teğmenin koluna girerek soruşturma salonuna getirilen Adnan Bey, değil yapılan ithamlara cevap vermek, soru sormaya bile gücü yetmiyordu.
Altay Egesel başkanlığındaki soruşturma heyetinden hiç kimse ne Menderes’e, ne olduğunu araştırdı, ne de sorulara cevap verip veremeyeceğini sordu. Zoraki ayakta durmasına rağmen oturmasına bile müsaade etmeden suçlamalarını sıraladılar. Menderes hepsini reddetmekten başka bir şey yapamadı.
İki başlı cunta
Adnan Menderes savcıların asılsız isnatlarını, seviyesiz ithamlarını, tahkirlerini, hakaretlerini, küfürlerini sükûnetle dinleyip yılışık tavırlarını sabırla seyretti. Onlar her türlü hakaretli hitabı hak ettikleri hâlde o yine de nezaketini bozmadı. İsimlerine efendim, bey, beyefendi sıfatlarını ekleyerek kendine ayrılan mahdut zamanda iddialara ce- vap vermeye çalıştı.
Kendi kendini yiyen yılan gibi o günlerde başladı cuntacıların devlet makamlarını paylaşma ve millet malını kapışma kavgaları. Darbenin üzerinden daha bir yıl geçmeden Madanoğlu ve Türkeş liderliğindeki iki başlı cunta yılanı âdeta kendi kuyruğunu kaparak diğer başı yutma hevesine kapıldı.
Herkes gücün, ‘ihtilâlin kudretli albayı’ denilen Alpaslan Türkeş’in temsil ettiği Kemalist faşistlerde olduğunu zannediyordu, ama ilk hamleyi Madanoğlu’nun etrafında toplanan Kemalist sosyalistler yaptılar ve memleketin geleceği, Demokratların akıbeti hususunda aralarında çıkan fikir anlaşmazlığını bahane ederek Alpaslan Türkeş ile birlikte 14 arkadaşını, 13 Kasım 1960 tarihinde yayınladıkları bildiri ile komiteden ayırdılar.
Fakat onları, devirdikleri insanlar gibi mazlûm ve mağdur etmediler. Türkeş’i ve Fazıl Akkoyunlu, Rıfat Baykal, Ahmet Er, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseoğlu, Muzaffer Özdağ, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Dündar Taşer’den müteşekkil ekibini çeşitli ülkelerdeki büyükelçiliklere tayin ederek ülke ile ve birbirleriyle irtibatlarını kestiler.
Talat Aydemir cuntası
Kuyruğunu kapıp vücudunun üçte birini yutan Millî Birlik Kurulu yılanını bu sefer Talat Aydemir başkanlığında bir araya gelen ve kendine Silâhlı Kuvvetler Birliği diyen, düşük rütbeli subaylardan müteşekkil bir başka cuntacı grup yutmaya kalktı ise de av büyük geldiği için yutmaya çalışırken boğuldu.
Bediüzzaman’ın tabiri ile ‘yılan gibi zehirlemekten lezzet alan’ cuntacılar kendi kuyruklarını kapıp birbirlerini yutmaya çalışırken onların emir eri mesabesindeki mütekebbir subaylar, sırtlarını cuntacılara dayayarak Menderes’e ve ailesine âdetâ acı çektirme yarışı içine girdiler.
Albay Tarık Güryay’ın kibri
Adnan Menderes’e ve ailesine en çok ıztırap veren uygulama ise görüşme, haberleşme yasağı idi. Menderes’e zaten ailesi ile görüşmeyi talep etme hakkı bile verilmemişti. Eşinin ve çocuklarının defalarca yaptıkları görüşme müracaatı da her seferinde sebep gösterilmeden reddedilmişti.
Buna rağmen Berin Hanım ısrarla görüşme talebinde bulunmaya devam etti. Aylar sonra görüşme izni çıkınca Aydın’la birlikte, Türkiye’ye dönen oğulları Yüksel ve Mutlu’yu da alarak İstanbul’a geldi. Avukatları götüren vapurla Yassıada’ya gittiler.
“Yassıada komutanı Albay Tarık Güryay’ın odasındayız. Al- bay Güryay ful azamet. Rahatsız edici derecede kibirli, mütehakkim. O sırada rahmetli babam geldi. ‘Adnan Bey sen şurada bir dur bakalım’ dedi.” (Akyol s: 33 )
Onun bu mütekebbir ve mütehakkim tavrı hepsine dokun-du. Ailenin en küçük ferdi olan Aydın’ı ise derinden yaraladı. Çünkü babasını çok üzgün gördüğü için ona ‘Siz buradasınız, ama şimdi 27 Mayıs’tan çok daha fazla seviliyorsunuz. Üzülmeyin, gam çekmeyin, merak etmeyin bu millet sizden ve sizin hatıralarınızdan kopmayacaktır. Bu millet bütün olup bitenlere rağmen sizi çok daha fazla seviyor, özlüyor ve sizi ilelebed unutmayacaktır’ (Sırım s: 104 ) diyerek moral vermeye çalışacaktı.
Görüşme süresi kırk dakika idi. Tarık Güryay, görüşme süresince yanlarından hiç ayrılmadığı, her söyleneni dinlediği, yapılan her hareketi dikkatle takip ettiği için Aydın babasına o sözleri söyleme fırsatı bulamadı. Bir ara babası kendisine sarıldığında kulağına fısıldamayı düşündü ise de babasına eziyet edileceğinden korktuğundan yapamadı.
Kendilerine ayrılan kırk dakikalık sıkıntılı zaman içinde ve albayın gözetimi altında hâl hatırın dışında bir şey konuşamadılar. Ayrılırken Adnan Bey hasretle hepsine defalarca sarıldı. Berin Hanım ve oğulları Güryay’ın özel botu ile adadan ayrılıp Kabataş İskelesi’ne indiklerinde, hasreti azap hâline getiren görüşmeden sadece Menderes’in o sitemkâr sözü kaldı akıllarında.
Dâvâlar başlıyor
14 Ekim 1960 tarihinde başladı muhakeme faslı. Mahkeme salonu olarak tanzim edilen kapalı spor salonunun dinleyici kısmı cuntacı askerler, onları destekleyen basın mensupları ve dâvâcılarla dâvâcı yakını rolleri verilen aşırı tarafgir kalabalık tarafından doldurulmuştu.
Hâkimler ve savcılar salona girerken şiddetli alkış ve tezahüratta bulundular. Maznunlar tek tek isimleri okunarak içeri alınırken ise yuhalama, ıslık, küfür, hakaret sesleri yükseldi. Mahkeme heyeti müdahale etmeyince gürültü taşkınlık hâlini alarak bütün maznunlar içeri girinceye kadar devam etti.
Adaletin tecellî yeri olan savcılık kürsüsünün kine, gayza, öfkeye âlet edilmesine tahammül edemeyen Avukat Burhan Apaydın, Menderes’in müvekkili olması hasebiyle söz isteyerek itiraz etmeye çalıştı. İddia makamı ona söz vermek yerine hayasız hareketlerine devam edince o da Namık Kemal’in, Hürriyet Kasidesi’nde geçen bir mısraını okudu. “Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten.”
Bu mısrada Menderes’in mücevhere, mahkeme salonunun da yere benzetilmesini heyete hakaret sayan savcılar Apaydın hakkında dâvâ açtılar ve müdafaasını yapmasına fırsat vermediler.