Süleyman Aleyhisselam mucize olarak uçabilmiştir. Hz. İbrahim’i ateş yakmamıştır. Hz. Dâvud demiri hamur gibi yoğurmuştur. Mucizeden ilham alan ilim insanları uçağı bulup uçmuştur. Gemiyi ilk defa yapan Nuh peygamberdir. Saati îcat eden Yusuf peygamberdir. Elbise dikip giyen ve terzilerin pîri İdris aleyhisselamdır. Tâlim-i esmâ mucizesi ile ilk defa mucize olarak konuşan, dillerin, ilimlerin ve sanatların temelini atan Âdem Peygamberdir.
DİZİ: HAC NOTLARI - 4
İBRAHİM GÜNAYDIN
HAYIR ACELE YÜRÜMEKLE TEMİN EDİLMEZ
nsanın yapısında ve yaratılışında acelecilik vardır. Çünkü insan çok hikmetlere binaen aceleci yaratılmıştır. İnsan, ancak ve ancak aceleci olmadan başarılı olabilir. Acelecilik ve sabırsızlık başarının düşmanıdır.
Acelecilik şeytandan, teennî yani düşünerek, sabrederek ve ağır ağır hareket etmek ise Rahman’dandır.
Tedrîcen, sabrederek ve yavaş yavaş hareket ederek insan başarıya ulaşır. Ve umduğuna nâil, korktuğundan emîn olur.
Merdivenin basamaklarını atlamak suretiyle inmek veya çıkmak isteyen kimse, başarıya ulaşamaz. Düşer veya yuvarlanır. Basamakları atlamadan tek tek çıkan ve sabreden kişi ise, maksadına ve hedefine tedrîcen ulaşır.
Bir okuldan mezun olmak, ilim elde etmek ve hac farzını edâ etmek de böyledir. Sabırla ve tedrîcen gerçekleşir. Hac ibadeti esnasında, hacıların tedrîcîlik kanununa uymadıklarını, uçağa otobüse binerken, namaza giderken, asansör beklerken ve yemek kuyruğunda beklerken aceleci davrandıklarına da şahit olduk.
Peygamberimiz (sav), Arafat’tan Müzdelife’ye dönüyordu. Nebî (asm), arkasında bir takım sesler duydu. Bu sesler ve bağırıp çağırmalar ashapdan geliyordu. Çünkü bazıları acele ediyordu. Hızlı yürümek ve çabuk gitmek istiyordu. Süratli ve hızlı gitmesi için develerine vuruyor ve onları dövüyordu.
Bu duruma şâhit olan sevgili Nebîmiz (sav), kamçısıyla işaret ederek: “Ey nâs! Ey insanlar! Ağır olunuz. Hayır, acele yürümekle temin edilmez.” buyurdu.
Evet, hac menâsiki, sabırlı olma, kimseyi rahatsız etmemeye alışma eğitimidir. Nazik, şefkatli ve merhametli olmayı öğrenme eğitimidir. Çünkü hac menâsiki (hac ibadetleri) Peygamberimizin güzel ahlâkını öğrenip İslâm kardeşliğini gerçekleştirmekle hedefine ulaşır.
İşte bu yüzden hac ibadetleri esnasında, kavga etmek, gürültü çıkarmak, tartışmak, kalp kırmak, birini söz veya davranışla rahatsız etmek, malına ve canına zarar vermek haram ve günahtır.
Yunus Emre: “Birinin kalbini kırmış isen ve bir gönlü incitmiş isen; yaptığın hac hac değil, kıldığın namaz namaz değil.” demiştir. Mevlânâ da: “Sözlerine dikkat et! Bir kelime ile kırdığın kalbi, bin kelime ile tamir edemezsin.” demiştir.
PEYGAMBERİMİZ 100 DEVEDEN 63’ÜNÜ KENDİSİ İÇİN KESTİ
Resûl-i Ekrem (sav): “Kim şu beyt-i şerîfi yani Kâbe’yi Allah rızası için ziyaret eder de cinsî mukarenette ve devâisinde bulunmaz ve tarîk-i tâatten hurûc etmezse, (itâat yolundan çıkmaz ise) o kimse günahlardan sıyrılıp anasının onu doğurduğu günkü gibi temiz bir hayata dönüp kavuşur.” buyurmuştur.
Başka bir hadiste de sevgili Nebîmiz (asm): “Riyasız, gösterişsiz ve mebrur bir haccın, hem günahların affına sebep olduğunu ve hem de insanı Cennete dahil ettiğini müjdelemiştir.
Hacceden kişi, yaptığı tavaf ve sa’y’de yürümesi ile, vakfesi ile ve kestiği kurbanı ile Allah’a yakınlaşır ve onun rızasını kazanır.
Zaten kurban, yakınlık demektir. Kişi kestiği kurbanla Allah’a yakınlaşır. Ayrıca Allah’ın sevgisine de mazhar olarak Mahbûbiyet makamına terakki eder.
Sonuçta hacı, istiğfar, tevbe, münâcât, tavaf, umre, kurbân ve diğer hac menâsiki ile Allah’ın sevgili ve velî bir kulu olur.
Peygamberimiz (sav) Mina’daki hutbesini îrad ettikten sonra kurban kesim yerine geldi.
Kurban kesim yerinde 100 adet kurbanlık deve vardı. Bu develerden 63 deveyi Medine’den Mekke’ye daha önce göndermişti. Bu 63 deveyi Peygamberimiz kendisi kesti. Böylece Peygamberimiz (sav)’in 63 yıllık ömrünün her yılına bir kurban tekabül etti.
Kalan 37 deveyi ise Hz. Ali Yemen’den getirmişti.
Bu 37 deveyi de Resûl-i Ekrem (sav) Hz. Ali’ye verdi.
37 deveyi de Hz. Ali kesti.
Kesilen kurbanların etlerinden birer parça alındı. Bir çömleğe konulup pişirildi. Peygamberimiz ve sahabe-i kiram bu etten yediler. Pişirilen kurban etlerinin suyundan da içtiler.
MELEK AYAĞININ ÖKÇESİ İLE ZEMZEMİ BULDU
Zemzem, şifalı, mucizevî ve kutsî bir sudur. Hangi niyetle ve ne maksatla içilirse o niyet ettiği şey için duâsı kabul edilir.
Hastalıktan şifa bulmak ve ilim için niyet edilerek içilebilir.
Hz. Hacer, su bulmak için Safa Merve tepesi arasında gidip geliyordu. 7. defa Merve tepesine çıktığında bir ses işitti.
Baktı ki şimdiki zemzem kuyusunun bulunduğu yeri bir melek ayağının ökçesi ile eşiyordu. Ve toprağını atarak zemzem suyunu meydana çıkardı. Hz. Hacer bu duruma çok sevindi. “Zem zem” “dur dur!” dedi. Önünü gerdi ve akmasına engel oldu. Eğer “zem zem” demeseydi bir nehir olup kıyamete kadar akacaktı. Sonra da bu zemzemden kana kana içti. Çocuğu İsmâil’i de emzirdi.
Bu melek, Hacer’e: “Sakın telef oluruz diye korkmayınız! Burada Beytullah vardır.
O Beyt’i, Hz. İbrahim oğlu İsmail ile beraber inşa edecektir. Cenâb-ı Hak bu oğlanın ehlini ve neslini hiçbir zaman kesmeyecektir.” diyerek Âl-i İbrâhim ve İsmâil’in şerefli bir istikbâle namzet olduklarına işaret eyledi.
Hz. Hacer’in Safa-Merve arasında su araması için gelip gitmesi, hac ibadetlerinden biri kabul edilmiştir. Bu durum İslâm’ın kadına verdiği değeri gösterir. Çünkü bir kadının su araması için gayret etmesi, hac menâsikinden biri olmuştur.
Bu olaydan çıkaracağımız başka bir ders de şudur:
Bir hedefe ulaşmak için, çalışmak ve çabalamak gerekir. Cenâb-ı Hak Kur’an’da: “İnsana ancak ve ancak çalışmasının karşılığı vardır.” buyurmuştur.
Peygamberimiz (sav) de: “Çalışıp kazanan Allah’ın sevgili kuludur.” buyurmuştur.
Sa’y’in kelime anlamı çalışmak, çabalamak gayretli olmak ve koşmak anlamına gelir.
Çünkü Hz. Hacer, Sa’y ederek yani gayret ederek ve koşarak Zemzem suyuna kavuşmuştur. Sebeplere sarılmış ve esbâba teşebbüs etmiştir.
Safâ, saf olma, paklanma ve günahlardan arınma anlamına da gelir.
TELBİYE (LEBBEYK=EMRET BUYUR EMRİNE ÂMÂDEYİM)
Telbiye, çağrıya cevap vermek, teslim olmak, bir emri yerine getirmek ve emre itaat etmek gibi anlamlara gelir.
Abdullah İbn-i Ömer’den (r.a) rivâyete göre Peygamber’in (asm) telbiyesi şöyledir:
“Lebbeyke Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke lek, lebbeyke innelhamde venni’mete velmülke lâ şerîke lek.”
Mânâsı: “Yâ Rab! Da’vetine icâbet ettim. Hem îfâ için divânına geldim. Rabbim! Senin her davetine icâbet borcumdur. Senin saltanatında eşin ve ortağın yoktur. Allâh’ım! Bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senindir, nimet senindir. Mülk de senindir. Bütün bunlarda eşin ve ortağın yoktur.”
Hz. İbrâhim Ebû Kubeys dağına çıktı ve insanları hac yapmaya dâvet etti. Bu dağ Peygamberimizin hanımı Hz. Hatice’nin evinin yakınında ve Kâbe’nin yakınında bir dağdır.
Hz. İbrahim bu dağdan insanları hac ibadetini yapmaya çağırdığında, ruhlarımız bu çağrıya “lebbeyk” diyerek cevap vermişlerdir.
Lebbeyk; emret, buyur emrine âmâdeyim demektir. Yani, ey Allah’ım! İhramla kefenimi giydim! Senin dâvetine icâbet edip Kâbe’ye geldim! Ezelden ebede hamd ve övgü sana mahsustur. Övülmeye ve methedilmeye lâyık sadece sensin. Dünya ve âhiret senindir. Mülk ve melekût âlemleri senindir. Bütün rızık ve nimetleri sen veriyorsun. Âlem-i gayb ve âlem-i şehâdet senindir. Biz de senin abdiniz. Hem mülkünüz ve hem de memlûkünüz! Senin mülkünde şirk ve ortağın yoktur.” diyerek Allah’a olan sevgimizi pekiştiriyoruz. Kesretten uzaklaşıp hâlis tevhîde yöneliyoruz. İman ve amelin sâdece ihlâslı olanının makbul olduğunu idrak ediyoruz. Enâniyet putunu, mevki makam putunu, şöhret putunu, nefis putunu, menfaat ve para putunu, âhirzamanın bid’a putlarını ve deccal putlarını kırıp parçalıyorum, diyerek gizli ve açık şirklerden şükre yöneliyoruz.
Böylece, El-Vedûd, es-Samed ismini ve diğer esmâyı daha iyi anlıyor, muhabbetullâh ve mârifetullah makâmında terakkî ediyoruz.
ŞECERE MESCİDİ (AĞACIN KONUŞTUĞU YER)
9 Haziran 2024 pazar günü, Mekke’de Mescid-i Haram’ın yakınındaki mescitleri gezdik. Yürüme mesafesindeki mescitleri ziyaret ettik. Şecere Mescidi, Râye Mescidi, Cin Mescidi ve Hz. Hatice validemizin kabrinin bulunduğu Muallâ kabristanını yürüyerek ziyaret ettik. Hepsi aynı mahallede, yani Süleymâniye Mahallesinde.
Şecere Mescidine uğradık. Bu mescide Şecere Mescidi denilmesinin sebebi şudur:
Adamın biri Peygamberimiz’e (sav) orada bulunan bir ağacı göstererek: “Şu ağaç senin peygamber oluşuna şahitlik edip konuşursa, senin son peygamber oluşuna inanırım, dedi.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz (asm) ağacı yanına çağırdı.
Ağaç, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi.
Peygamber (asm) bu ağaca: “Men ene?” Yani Ben kimim? diye sordu.
Ağaç: Ente Resûlullah, yani Sen Allâh’ın Resûlüsün. Gönderilen son peygambersin! diyerek cevap verdi. Ağaç konuştu ve Hz. Muhammed’in son peygamber oluşuna şâhitlik etti.
Adam bu mucize karşısında Müslüman oldu.
İşte bu mucizenin hâtırasını canlı tutmak için buraya bir mescid yapılmış ve adına da “Şecere Mescidi” denmiştir. Şecere ağaç anlamına gelir. Peygamber’in (sav) ağaç, dağ, taş ve toprakla ilgili pek çok mucizesi vardır. Mucize ve kerâmeti yaratan Cenâb-ı Hak’tır. Mucize ve kerâmet haktır. Bütün enbiyânın mucizeleri vardır. Mucize, peygamberin peygamber olduğuna dâir en büyük delildir. Ayrıca mucizeler, ilim adamlarını ilmî çalışmalara ve ilmî gelişmelere de teşvik ederler.
Mesela; Süleyman aleyhisselam mucize olarak uçabilmiştir. Hz. İbrahim’i ateş yakmamıştır. Hz. Dâvud demiri hamur gibi yoğurmuştur. Mucizeden ilham alan ilim insanları uçağı bulup uçmuştur.
Gemiyi ilk defa yapan Nuh peygamberdir. Saati îcat eden Yusuf peygamberdir. Elbise dikip giyen ve terzilerin pîri İdris aleyhisselamdır. Tâlim-i esmâ mucizesi ile ilk defa mucize olarak konuşan, dillerin, ilimlerin ve sanatların temelini atan Âdem peygamberdir.
Kısaca ifade edecek olursak; maddî ve manevi yönden ilerlemenin ve terakkî etmenin öncüleri ve pîrleri peygamberler olmuştur.
- DEVAM EDECEK -