Vaktiyle, memleketin birinde, bir ayakkabı tamirci ustası; kalfası ve çırağı ile birlikte dükkân işletmektedir.
Bir zaman sonra ustasıyla geçinemeyen kalfa işten ayrılır ve ustasının dükkânının hemen yanına bir dükkân açar. Tabelasına da “şehrin en iyi ayakkabı tamircisi” yazdırır.
Çok geçmez, bu kere de çırak ustasıyla anlaşmazlığa düşer ve o da ustasının dükkânının diğer yanına yeni bir dükkân açar. Tabelasına da “ülkenin en iyi ayakkabı tamircisi” diye yazdırır.
Kalfasıyla çırağının arasında kalan usta da bir tabela yaptırır ve asar: “Buradan girilir…”
Bugünkü köşe yazımız, ayakkabıcının çırakları ile oğulları hakkında olacak.
İYİ Parti’den istifa eden Yavuz Ağıralioğlu, yeni bir parti kurmak için hazırlıklarını tamamladı ve tanıtımını yaptı. Partinin ismi “Anahtar Parti” ve logosunda anahtar simgesi var.
Her zaman söyleriz, Türkiye’de şirket kurmak da siyasî parti kurmak da oldukça kolaydır. Ama her ikisinin de büyümesi için kurumsallaşması lazımdır.
Ancak ustasından ayrılan çırakların kurduğu partilerin kurumsallaşması çok zordur. Çünkü bu partiler çoğu zaman “filanca kişinin partisi” olmaktan öteye gidemezler.
Türkiye’de son on yılda çok sayıda siyasî parti kuruldu. Milliyetçi cenahta Meral Akşener, Ümit Özdağ, Sinan Oğan, Yavuz Ağıralioğlu gibi isimler, yıllarca siyaset yaptıkları partilerinden ayrılarak “kendi siyasî partilerini” kurdular.
Diğer siyasî partilerde de durum farklı değil. Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Muharrem İnce ve diğerleri hakeza…
Ancak bu partiler istedikleri oy oranını yakalayamadılar ve öyle görünüyor ki kalıcı da olamayacaklar. Çünkü bu partiler esasında birer “ek kart/ek parti” hükmündeler. Kredisinin limiti yüz bin lira olan bir kredi kartı sahibi, on bin liralık bir ek kart çıkarmak istediğinde toplam limiti yüz on bin liraya çıkmıyor. Aksine, asıl kartının limiti doksan bin liraya geriliyor ve toplam limiti her zaman yüz bin lira olarak kalmaya devam ediyor.
Aynen öyle de kendi ana akımından koparak kurulan bu siyasî partiler, temsil etmeye çalıştıkları siyasî cereyanın oy oranlarını artırmayı başaramıyorlar. Toplam hiç değişmiyor. Ve en nihayetinde, asıl dükkânda kim oturuyorsa o, tabelasına “buradan girilir” yazdırıyor ve böylece müşterinin ayağı yavaş yavaş yeni açılan bu dükkânlardan kesiliyor.
Ayakkabıcı çıraklarının hazin sonundan bahsettik. Şimdi sıra ayakkabıcının yalın ayak gezen oğullarında.
Devam etmeden önce bir şerh düşelim: Bu oğullar, babalarının siyasî partisini babalarının mirası olarak gören ve o mirasa sahip çıkmak için siyasete giren kan bağıyla babaya bağlı oğullar değil. Kastettiğimiz kişiler siyasetteki ustalarından sonra patron koltuğunu devralan oğullar.
Kısadan gidelim. Evet, Demokrat Partiden bahsediyoruz: Oy oranı şimdilik çırak partilerininki kadar da olsa Demokrat Parti hakikatte bir “ek parti” ya da “çırak partisi” değil.
Çok sayıda yeni partinin kurulduğu ve seçmenin arayış içinde olduğu bu günlerde, DP’nin biraz daha kıpırdaması lazım. Çünkü DP’nin limiti, bu yeni kurulan siyasî partiler gibi kısıtlı bir limit değil.
Gültekin Uysal’a ve ekibine yönelik yapıcı bir eleştiri olarak söyleyelim ki DP, altılı masanın bir aktörü olarak göz önünde olmanın avantajını değerlendiremedi ve reklamını yapamadı.
Şimdi, bir sebeple dükkândan ayağı kesilen ve bugün kerhen başkalarını tercih eden seçmeni yeniden dükkâna getirme ve alıştırma zamanı olmalı.
Yoksa sonumuz, Hoca Nasreddin’in “altı kâğıt, altı kâğıt” fıkrasındaki gibi olacak.