Sözlükte “üstün özelliklerle övgü, övmek, memnuniyet, memnun olmak” anlamına gelen hamd, terim olarak “Allah’ı medhe lâyık sonsuz özellikleriyle övüp sena etmek, bize ve başkalarına verdiği nimetlerinden dolayı memnun olup şükretmek” demektir. Dil bilginleri hamd’in birisi övgü, sena, diğeri memnuniyet ve şükür olmak üzere iki boyut taşıdığını ifade ederler. Övgü ve sena boyutu bakımından Allah, kâinatın da şahitlik yaptığı üzere nihayetsiz bir kemale sahiptir, dolayısıyla O, sonsuz kemali sebebiyle övgü ve senaya lâyıktır. Memnuniyet ve şükür boyutu bakımından ise kul hem kendi üzerinde hem başkaları üzerinde O’nun sayısız nimetlerini müşahede ettiği için yine O, nihayetsiz teşekküre yahut şükre müstehaktır. Şu kadar var ki şükür hamd’e göre daha dar kapsamlı, diğer bir ifadeyle hamd şükre göre daha geniş kapsamlıdır. Çünkü “şükür”de O’nu, nimetleri dolayısıyla anıp memnuniyeti dile getirme söz konusu iken “hamd”de sadece nimetleri bağlamında değil her bakımdan O’nu nihayetsiz kemaline karşı medih ve sena ile yâd etme söz konusudur.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a nispet edilmiş olarak kırk üç yerde geçen hamd, yirmiden fazla âyette “elhamdü lillah: Hamd Allah’adır” şeklinde, on dört âyette “tesbih” kavramıyla birlikte, diğer âyetlerde de farklı kalıplarla yer almaktadır. Meselâ Fatiha Sûresi’nin başında, “Hamd, âlemlerin Rabbi, Rrahman, Rahim ve din gününün sahibi olan Allah’a mahsustur” (Fatiha 1/1-14) buyrulmakta, şu âyette de tesbih kelimesiyle birlikte zikrolunmaktadır: “Arşı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar yani melekler Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O’na iman etmekte ve mü’minler için şöyle mağfiret dilemektedirler: Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp sardın, tövbe edenlere ve Senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları Cehennem azabından koru” (Mü’min 40/7).
Bediüzzaman Hazretleri namazın çekirdeklerinden biri olarak “hamd”in Allah’ın cemaline karşı kalben, lisanen ve beden şükretmek olduğunu söylerken (Sözler, Dokuzuncu Söz), başka bir yerde, onun en meşhur mânâsının “sıfat’-ı kemâliyeyi izhar etmek” demek olduğu ifade ederek muhteşem bir açıklama ortaya koymaktadır. (İşârâtü’l-i’câz, s. 19)