Bizim gibi, mensuplarının kahir ekseriyeti dindar olan topluluklar, kendilerini idare edenlerin de tıpkı kendileri gibi dindar olmalarını isterler.
Onların da hem helâl-haramı bilip hem de namazında niyazında olmalarını arzu ederler. Namaz kılmasalar da en azından bazı dinî değerlere önem verip, idareciliklerini üstlendikleri toplumlara lâyık oldukları hâl ve davranışlarda bulunmalarını isterler.
Toplumun bu haklı beklentisi her zaman gerçekleşir mi? Yani, kendilerini idare edecek idarecilerin her zaman için hem liyakâtli idareci hem de tam dindar insanlar olmaları mümkün mü?
Böyle bir durum mümkün oluyorsa zaten nurun âlâ nur... Olmuyorsa, idareciler hakkındaki beklentilerimiz ve tercihlerimiz neler olmalı? Yani liyakâti olmayan fakat dindar olan idareciyi mi yoksa istenilen manada dindar olmayan fakat belli bazı kabiliyetleri, hünerleri ve maharetleri olan liyakâtli idarecileri mi tercih edeceğiz?
Memleketi doğru bir şekilde sevk ve idare edecek olan siyasîlerde öncelikle aranacak önemli vasıfların başında, belli bazı hünerlerin ve maharetlerin elzem olduğu bedihîdir. İdareci olacak şahısta olması gereken bu maharetler, kabiliyetler yoksa, bazı şahsî dindarlıklar veya sırf dinî hassasiyetler yalnız başına her zaman o idareciyi başarılı kılmaz.
Kaldı ki “Devletin dini adalettir.” denilmiştir. İdareci; muhalif-muvafık, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlarına eşit muamelede bulunmakla vazifelidir.
Uzaklara gitmeye gerek yok; günümüzde her zaman ve her fırsatta dinî ifadeleri bolca istimal ederek, kendilerini hiçbir hata ve kusur işlemez, tam dindar olarak lanse etmeye çalışan ve uzunca bir zamandır tek başına iktidar olan mevcut iktidarın, memleketi hemen her alanda nasıl da içinden çıkılması mümkün olmayan kaoslara, sıkıntılara sürüklediğini millet olarak yaşayarak görüyoruz.
Demek oluyor ki, bizi idare edenlerin tam da dindar olduklarını kabul etsek dahi, yalnız başına olan dindarlık, beraberinde istenen manada bir başarıyı getirmiyor. Var olan sıkıntılara ve problemlere deva olmuyor.
Üstad Bediüzzaman’ın: “... din düsturlarının bir hâdimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidînden, selef-i salihînden başka; siyasetçi, ekserce tam müttakî dindar olamaz.” tespitinden bîhaber oldukları için ve onları tam dindar görüp desteklerde bulunmak belki bir mazeret olarak görülse, Üstad’ın bu gibi tespitlerinden haberdar olduklarını zannettiğimiz bazı dostlarımızın yanlış yapanlara ısrarla destekte bulunmaya devam etmelerini anlamak mümkün değil.