Yargı üzerine düşeni gerçek mânâda yerine getirebilse, şimdi yaşamakta olduğumuz sıkıntıların hepsi bitmese de bir çoğu gündemden düşerdi.
Yargı mensupları hiçbir baskı altında kalmadan, hür iradeleriyle, eşit ve tarafsız bir şekilde, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde hüküm verebilseler, var olan sitem ve şikâyetlerin, yaşanan tedirginlik ve gerginliklerin bir çoğunun sona erdiği görülecektir.
Bitmek bilmeyen çatışma ve huzursuzlukların artması, artarak devam eden mağduriyetlerin devam etmesi, toplumda var olan korku ve endişelerin varlığı, yargıya ve dolayısıyla devlete güvenin zedelenmesine sebep olmaktadır.
Adaleti eşit dağıtmakla mükellef olan hâkimler bu sorumluluklarını gereğince yerine getirmedikleri müddetçe ülkede özlenen barış ve huzurun gelmesi, şikâyet ve tedirginliklerin, mağduriyet ve mazlûmiyetlerin sona ermesi mümkün değildir.
Gerçek adaletin sağlanması için Üstad Bediüzzaman’ın şu tesbitlerine kulak verelim:
“Evet hâkim ve mahkeme tarafgirlik şaibesinden müberra ve gayet bitarafane bakması birinci şart-ı adalet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hz. Ali’nin (ra), hilâfeti zamanında bir Yahudi ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların adi adamlar ile mahkeme-i adalette görülmesi gibi çok hadisat-ı tarihiye var...” (T. Hayat s: 355)
Bu meyanda adalet ve cesaret timsali Hz. Ömer (ra) gibi bir halife-i zişanın âdi bir Hıristiyan ile beraber mahkemede sorguya çekilmesi olayından da başta idarecilerimiz, hâkimlerimiz olmak üzere bütün insanlığın alacağı dersler olmalı.
Yine büyük bir abidenin inşasında kullanılmak üzere iki sütun mermeri bir Rum mimarına teslim eden Fatih Sultan Mehmed, Rum mimarının Fatih’in isteğinin hilâfına mermer sütunları üçer arşın kısaltmasına karşı, Fatih, Rum mimarının elini kestiriyor. Bunun üzerine dâvâcı olan Rum mimar ile Fatih mahkemede sorgulanma sırasında Fatih her nasılsa baş köşeye geçmek isteyince Kadı (hâkim) Hızırbey Çelebi; “oturma beyim; hasmınla mürafaa-i şer’i olacaksın; ayakta beraber dur bakalım” deyince şanlı padişah hâkimin bu ikazına uyarak ayakta sorgulanıyor ve hâkim Fatih’i haksız bularak onun da elinin kesilmesine hükmediyor. Fakat mimar kısası istemediği için bu ceza günde on altın ödemeye karar veriliyor; daha sonra Fatih kendi isteğiyle mimara hergün yirmi altın vermeyi kabul ediyor. Ve işte diyoruz ki eşit, tarafsız ve adalet-i hakikiyeyi dağıtmakla vazifeli günümüz hâkimleri bu işin neresindeler acaba?
İşte yine Bediüzzaman’ın toplumda adaletin yeri ve önemine dair başka bir tesbiti:
“Saadet-i beşeriye dünyada adâlet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir. Eğer beşer çabuk aklını başına alıp, adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi. (H. Şamiye s: 83)